6 Aralık 2016 Salı

Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? - 2016

Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar (Fantastic Beasts Where to Find Them) efsanevi fantasik seri Harry Potter'in yazarı olan J.K. Rowling'in 2001 yılında farklı bir isimle yayınlanmış romanından sinemaya uyarlanan bir filmdir. Zaten Harry Potter serisini izleyenler aradaki bağlantıyı biliyorlardır mutlaka, ancak bu filmin de bazı yerlerinde Hogwarts gibi Harry Potter'ı ilgilendiren tanımlara da atıflar yapılmaktadır. Hikayenin konusu Harry Potter'dan yaklaşık 70 yıl önce ve New York'ta geçmektedir. 1920'li yıllarda geçen hikaye, fantastik yaratıklar hakkında kitap yazan gezgin Newt Scamander'in çevresinde şekillenmektedir. Scamander bir büyüzoolog'dur ve büyülü yaratıkları araştırarak haklarında araştırmalara yapmaktadır. Bu nedenle dünyayı dolaşan Scamander türü yok olma tehlikesi altında olan bazı yaratıkları bavulundaki gizli dünyasında bakım altına almaktadır. Scamander'in bu gezilerinden birinin hikayesi olan bu filmde New York'ta başına gelenler ve karşılaşıtğı olaylar konu edilmiştir. New York'ta katı kurallar çerçevesinde var olma mücadelesi veren gizli büyücüler komitesi ise, normal insanların kendilerini öğrenmemesi için elinden gelen bütün yaptırımları uygulamaya hazırdır. Genç kaşif Scamander'in büyücüler komitesi ile karşı karşıya gelmesinin sonuçlarının nasıl olacağını kestirmek epey güç olacaktır zira zaptedilemez büüyk bir tehlike ortalıkta kol gezmektedir.

Daha önce farklı kaynaklarda J.K. Rowling'in ünlü olmadan önce farklı isimlerle (erkek isimleri ile) bazı kitaplar yayınladığını duymuştum ancak bunu öğrenmek biraz sürpriz oldu diyebilirim. Bu kitabın gelirinin kimsesiz çocuklar için kullanıldığını öğrenmek de benim için şaşırtıcı ancak güzel bir haber oldu. Kitabın konusunun beş filmlik bir seri olarak yayınlanmak üzere Warner Bros tarafından alındığı bazı kaynaklarda yazmaktadır, demek oluyor ki bu filmin devam filmleri de ilerleyen yıllarda ekrana yansıyacak.

Filmin yönetmeni daha önce Harry Potter serisinin de yönetmenliğini yapmış olan David Yates yapıyor. Fantastik yaratıkların bakıcılığını yapan Scamander rolünde ise daha önce burada da bahsettiğim Her Şeyin Teorisi filminin başrolünde oynayan Eddie Redmayne bulunuyor. Filmin diğer oyuncuları, Katherine Waterston, Dan Fogler ve Alison Sudol'dur. Beş filmden oluşacak serinin ilk hikayesi New York'ta geçiyor, izlediğim diğer filmlere göre zayıf ve tam desteklenmemiş bir hikayesi var ancak devamı nasıl olacak bekleyip göreceğiz!

We're going to recapture my creatures before they get hurt. They're currently in alien terrain surrounded by millions of the most vicious creatures on the planet; humans

28 Kasım 2016 Pazartesi

Ekşi Elmalar - 2016

Uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark ettim, bu nedenle alışveriş merkezinde bulunduğum süre açısından en uygun film bu olduğu için Ekşi Elmaları izlemeyi tercih ettik.  Film uzun bir zamana yayılmış (Hakkari'den Antalya'ya), tespit ettiğim kadarıyla 1970'lerin sonu ve 90'lı yılların ortasına doğru ilerliyor. Filmde Hakkari'de bir kasabanın belediye reisi olan Aziz Özay'ın hayatından bir kesit sunulmaktadır. Sert mizacıyla tanınan Reis beyin bu özelliğinin yanında yaşadığı yörde meşhur iki özelliği daha vardır: emek emek yetiştirdiği elma bahçesi ve evlenme çağındaki üç kızı. Yaşadığı kasabada tanınan ve saygı duyulan birisi olan reisin hayatı yanında kızlarının yaşadıkları, kızlarının evlilikleri ve kasabalının hayatı yavaş yavaş değişirken kendilerinin de bu durumdan ne derece etkilendikleri de anlatılmaktadır. Bir anlamda siyasetçi olan reisin çevresinde dönemin siyasi ve toplumsal olaylarına değinilerek yöredeki halkın günlük yaşam temposu da filmde yer buluyor. Filmin ilk yarısında var olan hızlı tempo ve komedi unsurları ikinci yarıda biraz daha durağanlaşarak dramatik unsurlara yerini bırakıyor. Bu nedenle filmin ikinci yarısının ilk yarısına göre biraz sıkıcı olduğunu söyleyebilmek mümkün.

Filmin hem senaryo yazarı hem de başrol oyuncusu Yılmaz Erdoğan, diğer rollerde ise Zeynep Farah Abdullah, Şükran Ovalı, Songül Öden, Şükrü Özyıldız, Ersin Korkut ve Devrim Yakut bulunuyor. Film çok renkli ve cıvıl cıvıl başlıyor ancak ilerledikçe hem renkleri hem de neşesi yavaş yavaş soluyor. Hem komedi hem de dram unsurlarını barındırması nedeniyle izleyiciye çeşitli duyguları yaşatıyor. Mekanları ve oyuncuların kostümlerini çok beğendim, ancak oyunculuk/filmin özgünlüğü açısından çok başarılı bulmadım (Kelebeğin Rüyası'nı daha çok beğenmiştim). Vaktiniz varsa izlenebilir, iyi seyirler!

''Ancak bugünü hayal edecek kadar aklı olanlar yarının sahibi olamazlar.''

26 Ekim 2016 Çarşamba

Beyoğlu'nun Arka Yakası - 1987

Tarık Akan'ın vefat etmesindan sonra kendisinin oynadığı ve izlemediğim filmlere merak saldım. Çocukluğumuzda televizyonda sürekli yayınlanan filmler sayesinde Yeşilçam'a oldukça hakimiz ancak ben -kendi adıma- 80'lerde çekilen Türk filmlerinin birçoğunu izlemedim. Beyoğlu'nun Arka Yakası da izlemediğim (hatta Tarık Akan'ı araştırana kadar bilmediğim) filmler arasındaydı. Filmin ana karakteri iki çocuğu ve karısıyla mutsuz bir hayat süren devlet memuru Haydar Rıza. Maaş aldığı gün karısıyla kavga eder ve içinde bulunduğu psikolojinin de etkisiyle evi terk eder. Geceyi değerlendirmek üzere Beyoğlu'na giden Haydar Rıza bir anda karanlık ve gizemli arka sokaklarda kaybolur. Burada belki de hayatında karşılaşmadığı insan tipleriyle karşılaşır. Evdeki kavgasını unutmak için keyifli bir gece geçirmek isterken, maaşını üçkağıtçılara kaptırır, aşırı derece içer, tanımadığı bir kadına aşık olur, ayağından bıçaklanır vb. Beyaz bir siluetin peşinden onu yaşadığı berbat hayattan çekip çıkaracakmış gibi bütün gece koşar. Sanki gerçek değil de bir ilacın etkisinde gördüğü halüsinasyonlar gibi yaşadığı gece çeşitli tehlikeler atlatılarak ummadığı bir yerde sona erer.

Filmin yönetmeni, "Yılanların Öcü" ve Yılmaz Güney ile beraber çektiği "Yol" filmi ile tanınan Şerif Gönen, oyuncuları ise, Haydar Rıza rolünde Tarık Akan, Oya Aydoğan ve Erdal Özyağcılar. Her ne kadar filmin adı ilgi çekse de, film biraz amatörce geldi bana. Bir gecede çekilmiş gibiydi ve karanlık sahneler içermekteydi. Olaylar da çok hızlı aktığı için bir anda ne oldu ne bitti anlayamadım. Konusu itibariyle de izleyiciyi merakta bırakırken aynı zamanda rahatsız eden bir içeriği vardı. Merak ediyorsanız izleyebilirsiniz, iyi seyirler!

"Yeter! Konuşacağım ve sen de beni dinleyeceksin. Hayatımız hep evde geçiyor. İşten eve evden işe. Bir akşam yemeğe mi götürdün? Bir gün eve çiçekle mi geldin? Evlendik her şey bitti değil mi? Alyansını bile kaybettin. Alıp da takmadın yenisini..."

21 Ekim 2016 Cuma

Godfather (Baba) Part III - 1990

Bu kez devam filmi için yıllarca beklenmiş, serinin ikinci filmi 1974 yılında çekilmesine rağmen, üçüncü film 1990 yılında gösterime girmiş.

20 Ekim 2016 Perşembe

Godfather (Baba) Part II - 1974

İlk filmi izleyince devam filmlerini de izlememek olmazdı tabi :). En uygun zamanda serinin ikinci filmi ile devam ettim. İlk film çok beğenilince, ikinci film hemen ardından (sadece iki yıl sonra) kitabın yazarı Mario Puzo ve ilk filmin yönetmeni Francis Ford Coppola ile ortak kurgulanan senaryodan beyazperdeye aktarılmıştır. Film ara sıra anımsamalar şeklinde (flashback) Vito Corleone'un Amerika'ya ilk geldiği yıllara ve gençliğine gönderimlerde bulunsa da, ikinci filmde hikaye ilk filmin bıraktığı yerden devam etmektedir (Michael Corleone mahkemede aile işleri ile ifade vermektedir). Ailesinin mafya işlerini tasvip etmeyen ve kendine özgü bir adalet anlayışı olan Michael Corleone, yaşadıkları olumsuz olayların da etkisiyle kendisini bir anda mafyavari işlerin tam ortasında bulur. Belki de kaderinden kaçamayacağını kabullenmiştir (kim bilir). Michael Corleone olaylar arasında kolayca neden-sonuç ilişkisi kurabilen muhakeme yeteneği sayesinde mafya dünyasında inanılmaz bir güce ulaşır. Aynı zamanda hedef haline gelmesi nedeniyle kendisinin ve ailesinin de hayatlarını korumak zorundadır. Bu mecburiyet kendisini hayatı boyunca tasvip etmediği aksiyonları almaya yönlendirir (öyle ki kendisine bile itiraf edemez). Her ne kadar soğukkanlılıkla kararlar alıp uygulasa da, yaptığı işlerin psikolojik baskısı altında ezilen Michael Corleone, hayatına yalnızlık ve mutsuzluğun yavaş yavaş hakim olduğunu fark eder.

Filmin yönetmeni daha önce de bahsettiğimiz Francis Ford Coppola yapmaktadır, oyuncuları ise Al Pacino (Michael Corleone), Diane Keaton (Kay Adams), Robert Duvall (Thomas Hagen) ve bir  sürpriz isim Robert De Niro. İlk filmde yaşlılık hali Marlon Brando tarafından canlandırılan Vito Corleone karakterinin flachback'ler ile anlatılan gençlik karakteri Robert De Niro tarafından canlandırılmıştır. Kısa süreli bir rolü de olsa, Bu rol Robert De Niro'ya Oscar kazandırmıştır. Film en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi uyarlama senaryo ödüllerinin de içinde bulunduğu toplamda altı dalda oscar kazanmıştır. Film eleştirmenler tarafından önceki filminden daha başarılı olan devam filmlerinden biri olarak kabul edilmiştir. İlk film hakkındaki yazıda da bahsettiğim gibi, bu seri Amerika Birleşik Devletleri Kongra Kütüphane'si tarafından kültürel, tarihi ve estetik olarak öneli filmler arasında seçilerek muhafaza edilmiştir.

"My father taught me many things here - he taught me in this room. He taught me: keep your friends close, but your enemies closer."

14 Ekim 2016 Cuma

Godfather (Baba) Part I - 1972

Sinema tarihinin en bilinen filmlerinden olmalı Baba (Godfather) serisi. Mario Puzo'nun çok satan "Godfather" kitabından sinemaya uyarlanan  film çıktığı yıl büyük bir ilgi uyandırmıştır. Herkesin malum olduğu üzere, film New York'ta yaşayan güçlü bir İtalyan mafya ailesinin hikayesini konu etmiştir. Film kronoloji olarak İkinci Dünya Savaşı'nın bitişi ile başlamakta ve sonraki on yıllık dönemi kapsamaktadır. Don Vito Corleone ve ailesi New York'ta yaşayan meşhur bir ailedir ve kentin önde gelen birkaç ailesi ile beraber yeraltı işlerini idare etmektedir. Corleone ailesinin özelliği Vito Corleone'nin bazı prensiplere shaip olması (uyuşturucu gibi işlere bulaşmayı reddetmektedir) ve politikacılardan ve hukukçulardan oluşan geniş bir çevreye sahip olmasıdır. Vito Corleone uyuşturucu gibi daha tehlikeli işlere adının karışması halinde politikacılarla olan ilişkilerinin zedeleneceğini düşünmektedir. Uyuşturucu işleri için Corleone ailesinin desteğini talep eden "Türk" lakaplı Solozzo ise bu reddedilmenin bedelini arkasına aldığı önce gelen bir başka aile ve polis güçleri ile ödetmeye girişir. Zor bir dönem yaşana Corleone ailesi bu savaştan en az hasarla çıkmaya çalışacaktır. Bu arada aile işlerini asla tasvip etmeyen Michael Corleone (Al Pacino) bir anda kendini olayların içinde bulacaktır. Sonrası ise "Let the war being".

Filmin yönetmenliğini üçlemenin tüm filmlerinin yönetmenliğini yapmış olan Francis Ford Coppola yapmaktadır, tanınmış oyuncuları ise Marlon Brando, Al Pacino, James Caan ve Diane Keaton'dur. Bu film Marlon Brando'ya en iyi erkek oyuncu, Mario Puzo'ya en iyi uyarlama senaryo oscarını kazandırmıştır. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri'nde sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi filmleri arasında giren Godfather Serisi, IMDB'de en iyi filmler listesinde de üst sırada yer almaktadır. Amerikan Film Enstitüsü filmi en iyi 100 Amerikan filmi listesine almıştır. Ayrıca 1990 yılında "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli filmler" arasına alınarak ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmektedir. İlginç bir bilgi olarak, filmin Türkiye'de en çok izlenen yabancı film olma özelliğini de taşımakta olduğu söylenmektedir.

"..Only don't tell me you're innocent. Because it insults my intelligence and makes me very angry..."

22 Eylül 2016 Perşembe

Sabit Kanca 2 - 2014

Daha önce televizyonda gösterime girdiğinde Sabit Kanca'yı izlemiştim ve şu an ilk filmin senaryosunun tamamını anımsayamasam da eğlenceli bulduğumu anımsıyorum. Her soruya verdiği hazır cevaplarla ünlenen Sabit Kanca'nın filmdeki keskin zekası ve bitmeyen espri yeteneğini beğenmiştim. Bu nedenle boş vakit bulunca ikinci filmi de izlemek istedim ancak bu filmi pek beğenmediğimi söylemek zorundayım. İlk filmdeki komik ve zeki Sabit Kanca burada hazırdan geçinen bir çöpçatana dönüştüğü için de sevmemiş olabilirim. Filmde Sabit Kanca'nın ev sahibi ve libidosu biraz yüksek bir beyefendi televizyonda evlilik programında gördüğü Rencide Hanımla ile evlenmek istemesi üzerinde Sabit Kanca'nın bu ikilinin aralarını yapması anlatılıyor. Aslında bu tür işlere vakit harcamak istemeyen Sabit Kanca, ev sahibine var olan birikmiş kira borçlarının karşılığında buna razı olur. Ancak Rencide Hanımın ev sahibi beyefendiyi beğenmemesi işleri biraz daha zorlaştıracaktır. Bunun yanında Rencide Hanımın kızı Zeliş'e aşık olan (tabiri caizse belalı) bir adamın da kendi planlarını uygulaya koymasıyla olaylar birbirine girer. Olayların ortasında kalan ve tek aklı selim insan olan Sabit Kanca'nın işleri yoluna koyması gerekmektedir.


Bu filmin ilk film ile çokça sevilen Sabit Kanca karakterinden dolayı çekildiğini tahmin ediyorum ancak ilk film gibi eğlenceli-absürd bir senaryosu olmadığı için biraz eğreti olmuş. "Genius" olarak tanıtılan bir karakterin kira borcu karşılığı gönül meselesi çözmekle uğraşması ikinci filmin sevilmemesinin nedeni kanaatimce. Filmin yönetmenliğini ilk filmin de yönetmenliğini yapmış olan Alper Mestçi yapıyor, oyuncuları ise Sabit Kanca rolünde İsmail Baki Tuncer, Turabi Çamkıran, İrfan Arslanhan ve Damla Ersubaşı. Boş vaktiniz varsa izleyebilirsiniz.

16 Eylül 2016 Cuma

Delibal - 2015

Senaryo anlamında Türk sineması standartlarının dışına çıkıldığını söyleyebiliriz. Ben bazı sorularıma yanıt alamasam da, bazı sahnelerin beni şaşırttığını itiraf etmek isterim. Filmde üniversite öğrencisi Barış ve Füsun'un okulda başlayan ve evliliğe uzanan aşkları anlatılmaktadır. Hobi olarak müzikle ilgilenen Barış, ailesine yük olmamak amacıyla bir kafede çalışan Füsun ile birgün tesadüfen çalıştığı kafede karşılaşır. İlk görüşte Füsun'dan çok etkilenen barış haftalarca kendisini okuduğu okulda  bulmaya çalışır, eninde sonunda emeline ulaştığında ise sert bir kayaya çarptığını fark eder. Füsun derslerine konsantre olmuş, okulu dereceyle bitirmek isteyen ve okul biter bitmez Amerika'da yüksek eğitim yapmak isteyen bir kızdır. Dolayısıyla hayat planları ve günlük temposunda herhangi bir erkeğe yer yoktur. Öncelikle Füsun'u aşka ikna etmeye çalışmak gerektiğini fark eden Barış'ın ise pes etmeye niyeti yoktur. Çetin bir mücadele sonucu tutkulu bir aşka başlayan ikili aşklarını evlilikle sonuçlandırırlar. Ancak ya sonrası? Birbirlerini ne kadar tanıyabilmişlerdir? Ya da her şey dışardan mükemmel görünürken arka planında bir dram taşıyabilir mi?


Filmin yönetmenliğini Med Cezir dizisinin yönetmenliğini yapmış olan Ali Bilgin yapmaktadır, oyuncuları ise Çağatay Ulusoy, Leyla Lydia Tuğutlu, Hüseyin Avni Danyal ve Laçin Ceylan, aşina olduğumuz birkaç yüz daha var. Filmin senaryo bakımında çok klişe göründüğünü söyleyebiliriz, ancak yazıya başlarken belirttiğim gibi, birkaç yerde beni şaşırtan sahneler vardı. Yine de karakterlerin psikolojik anlamda çözümlenmeleri eksikti, ya da yeterince net izleyiciye aktarılamamıştı. Başrolde olmasına rağmen Leyla Lydia Tuğutlu biraz silik kalıyordu, özellikle filmin dramatik sahnelerinde Çağatay Ulusoy kadar göze çarpmıyordu. Filmin müzikleri ve bazı sahneleri ise başarılıydı, izlemek isterseniz tavsiye ederim, ama büyk beklentiye girmemek gerekiyor. Bu arada filmin Moonu 3 isimli Hint filminden aşırı esinlenildiği söylenmekte, uygun bir zamanda bu filmi de izleyip kendim de gözlemleyeceğim.


"Aşkının peşinden git..Belki benim kadar mutlu olamazsın ama yüreğine yakışırsın..."

8 Eylül 2016 Perşembe

Alacı Kuş (Mocking Jay) - Bölüm 2 - 2015


Daha önce de bahsettiğim gibi, artık serilerin dallanıp budaklanmasından biraz sıkıldım, ancak serinin son filmi olması sebebiyle (hem kitaplarını okuduğum hem de serinin ilk filmlerini izlediğim için) ikinci bölümü de izledim. İlk bölümde başlayan isyan ve savaş dalgaları burada devam ediyor ve başkent Capitol'e de sıçrıyor. Her ne kadar başkaldırı ve toplu isyan olsa da, bazı olayların oldukça kişiselleştiğini görmekteyiz: Başkan Snow'un Katnis Everdeen'e odaklanması, Katniss'in de yalnızca Başkan Snow'u yok ederse her şeyi çözecek gibi davranması gibi. Peeta ve Gale arasında sıkışıp kalmasa ve "Alaycı Kuş" rolüyle bu kadar meşgul olmasa Katniss daha geniş bir çerçeveden olaylara bakabilmeyi başarabilirdi belki de. Bu süreçte;  Panem halkının özgürlüğüne kavuşmak için seçkin bir birlik ile beraber başkente sızan Katniss ve arkadaşlarının amacı Başkan Snow'a suikast düzenleyip onu ortadan kaldırmaktır. Her ne kadar her yere kaos hakim olsa da, başkentin içine sızmak da düşündükleri kadar kolay olmayacaktır. Son ana kadar hayatta kalma savaşı veren Katniss, daha önce fark etmediği başka bir şeyi daha fark eder: Başkan Snow'un ortadan kaldırılması Panem halkını gerçekten özgürleştirecek midir? Ya da Başkan Snow ortadan kalksa bile, potansiyel ikinci bir tehlike daha mı var acaba?

Filmin yönetmeni serinin ikinci ve üçüncü filminin de yönetmenliğini yapmış olan Francis Lawrence, oyuncuları ise Jennifer Lawrence (Katniss), Josh Hutcherson (Peeta), Liam Hemsworth (Gale), Woody Harrelson (Haymitch), Elizabeth Banks ve Philip Seymour Hoffman'dır. Bu film Bölüm 1'e göre heyecan açısından seyirciyi daha ayakta tutuyordu, ayrıca görsel olarak da daha başarılı efektler vardı. Bu nedenle en azından seriye bir yerden bulaştıysanız, bitirmek adına izleyebilirsiniz. İyi seyirler!



"We all have one enemy, and that's President Snow! He corrupts everyone and everything! He turns the best of us against each other... Stop killing for him! Tonight, turn your weapons to the Capitol! Turn your weapons to Snow!"
Alaycı Kuş - Bölüm 1 hakkında:


http://sinemubi.blogspot.com.tr/2015/10/alayc-kus-mocking-jay-bolum-1-2014.html

6 Eylül 2016 Salı

Batman v. Superman: Adaletin Şafağı - 2016

DC Comics'in iki ölümsüz karakteri Batman ve Superman ilk kez aynı filmde karşı karşıya geliyorlar (yıllarca fantastik seri severlerin bir fantezisi gerçekleşiyor da denilebilir). Ama bu kez filmdeki karakterlerin işleniş tarzı beni biraz şaşırttı. Daha önceki filmlerde "Krypton'dan Gelen Güçlü Adam" imajı yaratan Superman, bu filmde adeta tanrılaşmış ve kontrolsüz hareketleri ile bizi şaşırtır hale gelmiş gibi görünüyor. Filme başka DC Comics karakterlerinin dahil edilmesininin de (Wonder Woman - Aquaman) ilerleyen zamanlarda daha gösterişli bir Justice League planlandığı gösteriyor olabilir. DC Comics'in Justice League'i sayılan bu filmde öncelikle Bruce Wayne'in geçmişinden birkaç flashback gösterilir, ancak son hali daha yorgun ve umutsuz bir karaktere dönüştürülür. Daha önce izlenilen Kara Şövalye'den çok daha farklı bir karakter ortaya konulur. Superman de aynı şekilde daha hırslı ve ateşli bir karakter olarak sunulur, aslında kötülük yapma niyeti olmasa da, eğer istese dünya için ne kadar tehlikeli olabileceği bir şekilde gözler önüne serilir. Batman ve Superman'ın karşı karşıya gelmesini sağlayan olaylar silsilesinin ardından çatışmalarının Yunan mitolojisini andıran tanrısallaşmış bir görüntü ile sunulması da ayrı bir mevzu. Burada farklı semboller alınabilir: Tanrı ile insanın çatışması. Ne kadar başarılı olduğu tartışılan bir epik sunuluyor, Metropolis ve Gotham'ın arasında gidip gelmek için film izlenebilir.

Filmin yönetmeni Sucker Puch ve Man of Steel filmlerinin de yönetmenliğini yapmış olan Zack Snyder, oyuncuları ise Batman rolünde Ben Affleck (Suicide Squad filminin sonunda da görülmüştü) ve Superman rolünde daha önce Man of Steel filminde rol alan Henry Cavill yer alıyor. Filmin görsel efektleri çok başarılı, Metropolis ve Gotham şehrinin ışıltılı sunumu için filmi izleyebilirsiniz, iyi seyirler!

"There was a time above... a time before... there were perfect things... diamond absolutes. But things fall... things on earth. And what falls... is fallen. In the dream, it took me to the light. A beautiful lie."

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Gods of Egypt (Mısır Tanrıları) - 2016



Fantastik kurguları, hikayeleri veya mitolojiye dayalı öyküleri çok severim (film veya kitap fark etmez). Mısır Tanrıları da bu anlamda tatmin edici bir film olmuş. Kendi adıma eski Mısır mitololjisine Yunan Mitolojisi kadar aşina değilim, bu nedenle sıkı takipçileri film hakkında ne düşünür bilmiyorum ama senaryonun bakış açısı benim çok hoşuma gitti. Mısır Tanrıları Eski Mısır'da her zaman var olan iyiliğin ve kötülüğün amansız savaşını konu ediniyor. Kötülük tanrısı Seth ile iyilik/diriliş tanrısı Osiris'in amansız savaşına Osiris'in oğlu göklerin tanrısı Horus da katılıyor. Seth'in dünyayı ele geçirme planını uygulamaya koymasıyla huzur içindeki Mısır'a tam bir kaos hakim oluyor. Horus'un tutsak edilmesinden sonra vuku bulan kaos çinde sevgilisini kaybeden genç bir hırsız (insan - Bek) sevgilisinin hayata döndürülmesi karşılığında Horus'a yardım teklif etmesi sonucu iyiliğin ve kötülüğün savaşı tekrar başlıyor. İnsanların yardımıyla birlikte diğer tanrı/tanrıçaların da saf tutması sonucu savaş bir insanın aşkını kurtarma savaşının dışına çıkıyor. Bu aksiyon-macera içinde görsel anlamda çok başarılı sahneler de sunuluyor. Mekanlar (saraylar, tapınaklar, çöller, canlı renkler ve mitolojik hayvanlar) ve olaylar (aksiyon sahneleri) görsel olarak izleyiciye keyif veriyor. Tabi buna bir de Tanrıların ve Tanrıçaların güzelliğini eklemelisiniz :)

Filmin yönetmeni "Kehanet" ve "Ben, Robot" filmlerinin de yönetmenliğini yapmış olan Mısır doğumlu (Kıpti) Alex Proyas yapmaktadır. Oyuncuları ise Gerard Butler, Nikolaj Coster Waldau, Brenton Thwaites, Coutney Eaton, Geoffrey Rush ve Elodie Yung'dur. Mitoloji ilginç karakterlerin yanında derin bir fikir çeşitliliği sunduğundan film senaryolarında uzun yıllar daha izleriz tahminimce. Yunan Mitolojisi, İskandinav ve Mısır Mitolojisi, henüz kendini tam dünyaya açamasa da Doğu Mitolojileri (Pers, Hint veya Uzak Doğu) mistik karakterleriyle her zaman sinemanın bir yerinde olacaktır. Bundan şikayetçi değilim tabi, ilginizi çekiyorsa, izlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler!

Ra: Egypt has always been a paradise. But now, there is chaos. God of the air, you must protect the mortals.
Horus: I don't know if I'm strong enough.
Ra: Then becone stronger.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Suicide Squad (Gerçek Kötüler) - 2016

Metrocity sineması için iki kişilik biletim vardı bu nednenle bu filmi izlemeyi tercih ettim. Zaten biliyorsunuz Marvel veya DC Comics kahramanlarının bulunduğu filmleri fırsat buldukça izlerim. Türkçeye "İntihar Timi" olarak tercüme edilebilecek olan bu filmde ise DC Comics'in tüm kötü karakterleri bir araya geliyor. Batman'ın yakalayıp hapse tıktığı birbirinden kötü ve doğa üstü özellikleri olan güçlü kötü karakterler, dünyanın başına musallat olan (Şeytani bir güç ve görüntüdeki) Diablo ikilisiyle savaşmak için Amerikan derin devleti denilebilecek bir oluşum tarafından sağlanan özel izinle bir araya getirilir. Ölümden korkmayan ve iyilik yapmak da genlerinde olmayan bir grup kötünün böyle bir göreve gönüllü şekilde çıkmaları beklenmemektedir tabi. Ancak kötülük potansiyelleri önceden tahmin edildiği için boyunlarına yerleştirilen ölümcül bir çip gruptan çıkarak başıboş hareket etmelerini ya da görevlendirildikleri misyonu tersine çevirmelerini engellemektedir. Gönülsüz başladıkları maceranın sonunda nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını fark edip, kaybetmeye mahkum oldukları kanaatine varan intihar timi bu kez kendi kararlarını kendileri verecektir. Başladıkları görevi tamamlamalı mıdır yoksa zaten kaybedecekleri bir savaşa hiç girmeyip doğrudan kötülüğün safına mı geçmelidirler?

Filmin yönetmeni "Fury" filminin de yönetmenliğini yapmış olan David Ayer, oyuncuları ise Margot Robbie, Will Smith, Joel Kinnaman, Viola Davis ve Jared Leto. Hollywood'un alışılmış "iyi kalpli kahramanlar" standartının dışına çıkıldığı için film bir devrim sayılabilir. Yıkılmak üzere olan bir köprünün üzerinden çocuk kurtarma sahnesi olmadığı için kendi adıma filmden memnun kaldım :). Ama gişe kaygısıyla kahramanların DC Comics çizgisinden çıkması da eleştirilebilecek bir nokta. Filmin izleyici sayısını arttırmak için Harley Quinn'in "çekici/seksi kadın" haline dönüştürülmesi (Margot Robbie), gerçek kötü karakterlerin sempatikleştirilmesi ve karanlık yönlerinin mümkün olduğunda gizlenmesi Hollywood'un bazı şeylerden hiç vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Gerçek Harley Quinn sağdaki resimde göreceğiniz gibi bir kostüm ve silah taşıyor ancak bu filmdeki karakteri izlediyseniz hepiniz biliyorsunuz. Film reklamı yapıldığı kadar olağanüstü değil, ama eğleneceğinizi ve güzel vakit geçireceğinizi düşünüyorum.

"In a world of monsters, this is the only way to protect the country."  "Everyone's has a weakness, and a weakness can be leverage."

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Captain America: Civil War - 2016

Karşılarındaki herkesi tasfiye edince bu kez kahramanlarımız kendi kendilerini tehlike olarak görüyor! Komik aslında, ilişkilerinin dinamiği kavga etmek olan insanlar gibi. Yenilmezler'in Afrika ülkerinde  birinde son gittikleri görevde yanlışlıkla bazı masum sivillerin ölmesine sebep olması sonucunda, dünyanın önde gelen politik güçleri Yenilmezler'in bir otorite tarafından kontrol edilmesini talep ederler. Bazı politik güçler tarafından kurulan kontrol mekanizması Yenilmezler'in bir kısmı tarafından desteklenmez. Derin bir fikir ayrılığına düşen Yenilmezler ikiye ayrılırlar: Steve Rogers önderliğinde bu politik kontrole karşı çıkanlar grubu ve Tony Stark önderliğinde kontrolü destekleyenler grubu. Aslında bu ayrım yapılırken karakterlerin kişisel özellikleri iyi tasnif edilmiş, asker kökenli olan Steve Rogers'ın her ne kadar emir-komuta zincirine aşina olsa da "daha fazla insanın ölmesine engel olabilmek için bazı masum insanlar ölebilir" görüşünü benimsemesi sonucu hükümet kontrolüne karşı çıkması ve zengin ve bağımsız yaşamaya alışmış Tony Stark'ın ise insanların zarar görmesine engel olabilmek için kontrol altında olması seçmesi çok ince bir ayrım. Aynı şekilde Steve Rogers'ı ve Tony Stark'ı destekleyenlerin de hangi tarafı neden seçtiği başarılı bir tartışma konusu. Film birkaç yeni yüzü de ekibe katmayı ihmal etmemiş, Ant-man, Spider-man ve Black Panther. Devam filmlerinde nasıl dahil olacaklarını henüz bilmiyorum ancak iyi bir giriş yapılmış gördüğüm kadarıyla. Filmin sürpriz bir sonu yok ancak kendi içinde heyecanlı bir ilerleyişi var, yine de daha iyisi her zaman olabilir.
 
Filmin yönetmeni Kaptan Amerika: Kış Askeri (2014) filminin de yönetmenliğini yapmış olan Anthony Russo & Joe Russo ikilisi. Bu filmde Marvel kahramanlarından yalnızca bir kısmı rol alıyor: Chris Evans (Kaptan Amerika), Robert Downey Jr. (Iron Man), Scarlett Johansson (Black Widow), Sebastian Stan (Kış Askeri), Elizabeth Olsen (Scarlet Witch), Paul Rudd (Ant-man) ve diğerleri. Marvel çizgi romanlarını okumadım ancak okuyanlardan yöneltilen eleştirilere bakılırsa filmde kadro limitli tutulmuş, çizgi romanda tümünün katıldığı gerçek bir kapışmadan söz ediliyor sanırım. Marvel takip edenlerin filmi zaten çoktan izlemiş olduğunu tahmin ediyorum, yine de iyi seyirler!

"This job... we try to save as many people as we can. Sometimes that doesn't mean everybody. But if we can't find a way to live with that, next time... maybe nobody gets saved."
 
Kaptan Amerika: Kış Askeri filmi hakkında:

22 Temmuz 2016 Cuma

Warcraft : The Beginning - 2016

Her zaman söylerim, ben fantastik hikayelere hep ilgi duymuşumdur, yaratıcı zeka ürünü olduklarını ve hayal gücümü geliştirdiğini düşünüyorum. Bu nedenle Blizzard Entertainment'ın yarattığı ve çok sevilen bir oyun olan World of Warcraft oyunundan esinlenilerek beyazperdeye aktarılan Warcraft: İki Dünyanın Karşılaşması filmini izledim bu hafta. Başlangıç filmi olarak planlanan (seri ne kadar devam eder henüz bilmiyorum) ilk filmde, Orkların dünyasından Azeroth'a geçiş yapılıyor. Orkların dünyası Draenor'da "Fel Büyüsü" nedeniyle canlı yaşamı için bir ortam kalmayınca büyücüleri Gul'dan Azeroth dünyasına bir portal açar. Ülkeleri yok olmanın eşiğine gelen Orklardan hayatta kalanlardan öncü bir birlik koloni oluşturmak amacıyla Azeroth'a geçer. Orkları bir tehlike olarak algılayan Azeroth Krallığında savaş kaçınılmazdır. Bu arada her şey kötüye giderken sanki gelecekten iyi bir haberi müjdeler gibi bir bebek dünyaya gelmiştir: Frostwolf Klanının (Ork Klanı) lideri Durotan'ın oğlu Go'el. Bu sırada Orklardan ve Azeroth Krallığı sakinlerinden önde gelen birkaç kişi tehlikenin elebaşlarını bertaraf ederek tüm krallığın kaderini değiştirecek bir çatışma ortamına girmemeye çalışsalar da, Gul'dan ve onu destekleyenler çok güçlüdür. Eğer iki dünya arasında geçişi sağlayan portal ikinci kez açılırsa bir dünya yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Filmin yönetmeni "Moon" ve "Source Code" filmleriyle tanınan yeni nesil yönetmen Duncan Jones, oyuncuları ise Dominic Cooper (kendisi tarihi ve fantastik filmlerin vazgeçilmez kral modeli nedense), Travis Fimmel, Paula Patton, Ben Foster ve Toby Kebbell. Filmin görsel efektlerini ve fantastik unsurları sinemaya yansıtış biçimini beğendim.Warcraft oyunlarını hiç oynamadım ancak herkesin güç ve iktidar peşinde olduğu bir evrende hiçbir zaman aksyion sona ermez diye düşünüyorum. Fantastik filmleri sevenler zaten çoktan izlemiştir zira kaçırılmayacak bir fırsat, iyi seyirler!

Our hope is destroyed; there is nothing to go back to. Is war the only answer?

Duncan Jones'un Source Code filmi için:
http://sinemubi.blogspot.com.tr/2015/01/yasam-sifresi-source-code-2011.html

21 Temmuz 2016 Perşembe

Eddie the Eagle (Kartal Eddie) - 2016

Filmin senaryosu 1988 yılında (1929'dan sonraki ilk temsilci) İngiltere'yi Olimpiyatlarda Kayakla Atalama dalında temsil eden Michael Eddie Edwards'ın hayatından esinlenilerek yazılmış. Konuyu bu şekilde okuyunca müthiş bir başarı hikayesi izleyeceğinizi düşünebilirsiniz. Aslında anlatılanın bir başarı hikayesi olmadığı da söylenemez, karar size kalmış. Michael Edwards çocukluğundan beri Olimpiyat oyunlarına katılmayı kafasına koymuş bir çocuktur ancak hem ailesinin maddi durumu hem de yeteneksizliği sebebiyle herhangi bir spor dalında üstün başarıla gösteremez. Bir süre sonra kayağa ilgi duymaya başlayan Eddie, milli kayak takımından da çıkarılınca (daha doğrusu Olimpiyat ekibine kabul edilmeyince) çıtayı biraz daha yükseltir ve İngiltere'de henüz yetişmiş hiçbir sporcunun olmadığı bir dalı seçer: Kayakla Atlama. Kayakla Atlama dik bir rampadan (70 m ve 90 m) aşağıya doğru kayarak havalanmayı ve mümkün olduğunda uzak noktaya düşmeden inmeyi amaçlayan bir spordur. Öyle ki, insanlar kayakla atlamaya çocuk yaşta başlamaktadır ve sonradan adapte olunabilecek bir spor değildir. Zira 90 metreden düşmek boyun kırılmasında kadar varan tehlikeli sonuçlara yol açabilmektedir. Eddie 1984 yılında Kış Olimpiyatlarına kabul edilmeyince katılım dalını kayakla atlama olarak değiştirir ve 1988 olimpiyat oyunlarına kadar kendini bu alanda yetiştirir. Bu alanda yıllardır şampiyonluğu elinden bırakmayan İskandinav sporcular varken Eddie'den mucize yaratmamız elbette beklenemez, bu açıdan film bir anlamda Eddie'nin "challenge" yani mücadelesini konu almaktadır da diyebiliriz.
 
Filmin yönetmeni Dexter Fletcher ve oyuncuları ise Michael Edwards rolünde Kingsman: The Secret Service'de oynayan Taron Egerton, ona akıl hocalığı yapan eski sporcu rolünde  Hugh Jackman ve ünlü kayakla atlamacı Warren Sharp rolünde ise Cristopher Walken'dır. Sempatik kişiliği ve her atlamadan sonra yaptığı kartal taklidi ile kendisine "Eddie the Eagle" yani "Kartal Eddie" lakabı takılan Eddie'nin zorluklar karşısında yılmadan hayallerinin peşinden koşma hikayesini izlemenizi tavsiye ederim. Alıştığımız başarı öykülerinden ziyade güzel bir "yolculuk" izliyor olacaksınız. İyi seyirler!
 
Baron de Coubertin's words "the most important thing is not the victory but the struggle"

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Ali - 2001

Muhammed Ali'nin hayatının anlatıldığı bu film 2001 yılında çekildi ancak geçtiğimiz ay Muhammed Ali'nin vefatı sonucu bu filmi izlemek istedim. 1942 doğumlu efsanevi boksör Muhammed Ali'nin ilgi çeken hayatı 1970'li yıllarda da birkaç filme konu olmuş ancak başarılı oyuncu Will Smith'in performasından dolayı izlemek için bu filmi tercih etmem şaşırtıcı gelmemiştir size. Tüm zamanların en iyi boksörleri arasında gösterilen Muhammed Ali, bu adı kullanmadan önce Cassius Marcellus Clay olarak bilinmekteydi. Yirmi iki yaşında dünya şampiyonluğunu kazandıktan sonra Müslümanlığa geçtiğini açıklayarak yeni adını kullanmaya başladı. Bu filmde kendisini şampiyonluğa götüren boks maçları ve ilk mağlubiyeti olan (1971 Joe Frazier'e kaybetmiştir) ile olan maçı, özel hayatı (evlilikleri), Amerika'daki İslam hareketi yapan gruplara (Malcolm X ve Elijah Muhammed gibi) katılımı, vicdani ret hakkını kullanarak Vietnam'a savaşmaya gitmemesi sonucu yaşadığı maddi manevi zorluklar anlatılmaktadır. Vicdani retçi olduğu dönemde hakkında davalar açılan Muhammed Ali'nin şampiyonluk kemeri geri alınarak lisansı iptal edilir. İslamcı gruplardan da yeterince destek görmediğini düşünen Muhammed Ali'nin bunalımlı dava sürecinden ve davasının sonuçlanmasından sonra yeniden boks hayatına girmesinden sonraki hayatından da kısa kesitler verilmektedir.

Filmin yönetmenliğini Al Pacino'nun başrolünü oynadığı Köstebek (The Insider) filminin de yönetmenliğini yapmış olan Michael Mann yapıyor. Oyuncuları ise Will Smith, Jamie Foxx ve Jon Voight. MTV Film Ödüllerinde Will Smith'e en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandıran bu filmi eğer Muhammed Ali'nin hayatını merak ediyorsanız izlemenizi tavsiye ederim. Bu filme ilişkin bir NY Times makalesi de aşağıdaki linktedir:

http://www.nytimes.com/2001/09/09/movies/the-new-season-film-michael-mann-and-will-smith-in-the-ring-with-ali.html

"This was supposed to be the fight that Muhammad Ali was ended. Supposed the myth that Muhammad was gonna fall! Supposed to be my destruction! Well, they miscalculated, they misjudged, they got it wrong!"

19 Temmuz 2016 Salı

Bana Bir Şeyhler Oluyor - 2003

Bu filmin adını bir şekilde anımsıyorum, ancak vizyona girdiği yıllarda izlememiştim, muhtemelen adını beğendim. 2003 yılında liseye yeni başlamıştım bu nedenle filmi izlesem de ne kadarını anlardım ya da hatırlardım bilmiyorum. Bu hafta sonu bu filmi izlerken bir deja vu yaşadım. Evet Türkiye bu şekilde bir dönem geçirdi, şeyhler, gizli kamera ile yapılan baskınlar, ekonomik krizler, kaçak elektrik kullanımları, sürekli yapılan zamlar, yeni başlayan tüketim çılgınlığı vb. Her ne kadar çocuk olsam da hayal meyal anımsıyorum tüm yaşananları, aradan uzun zaman geçtiği için artık komik geliyor, gülebiliyorum da. Bu oyun da her ne kadar yergi olsa da aynı zamanda komedi olduğu için gülmenize de yardımcı oluyor :). Oyunda kendi halinde yaşayan bir aile babasının işten çıkarılması ve sonrasında patlayan büyük bir ekonomik kriz sonucu yaşadıkları anlatılıyor. Restoran açma hayali varken bir anda tüm parasını borsa da kaybeden Hilmi Bey (Altan Erkekli) yaşadığı derin üzüntü sonucu mental olarak rahatsızlanır ve gaipten sesler duymaya başlar. Tanrıyla konuştuğunu zanneden Hilmi Bey bir süre sonra kendisini eşi Dursun Hanım (Demet Akbağ) ve komşuları Adnan Bey'in (Yılmaz Erdoğan) organize ettiği bir oyunun içinde bulur. Oyun dedikleri ateşle oynamak olunca bu üçlü bir anda başa çıkamayacakları kadar büyük bir yangının ortasında kaldıklarını fark ederler.

Oyunun yazarı ve yönetmeni Yılmaz Erdoğan, oyuncuları ise tanınmış tiyatrocular; Demek Akbağ, Altan Erkekli, Yılmaz Erdoğan, Binnur Kaya, Tolga Çevik, Pelin Körmükçü ve adını yazmadığım diğerleri. Yıllar önce izlediyseniz anımsamak için, izlemediyseniz biraz eğlenceli vakit geçirmek için izlemenizi tavsiye ederim, zira hayat devm ediyor gibi yapmamız gerekiyor.

"Anlatacaklarım var! Vaaz vermek değil niyetim, duyduğumu söylemek. söylemeye değer şeyler duyuyorum zira. Belki hayatı daha yaşanılır kılmak için ya da belki sade, ama sade anlatmak için... Sen anlat dedi tanrı bana, anlaşılsın diye değil hiçbir mükafat istemeden anlat... Çünkü bir mükafattır artık bir anlatıcıya doğru düzgün anlaşılmak!"

18 Temmuz 2016 Pazartesi

All Is Well - 2015

Barselona'dan dönerken uçakta izlediğim bir film oldu "All Is Well". Bir süredir Hint filmlerinin absürt - komik yönlerinin olduğundan bahsetmiştim (dramalarda bile böyle bir standart izleniyor galiba). Bu nedenle dünyayı unutup biraz eğlenmek istiyorsanız Hint filmleri iyi bir tercih olabilir; ama çok saçma demeden, yalnızca eğlence amaçlı izlerseniz sevebilirsiniz diye düşünüyorum. Bu film de romantik komedi olarak aynı standartlarda yapılmış. Filmde idealist bir müzisyen olan Inder Bhalla'nın hayatı anlatılmkatadır. Babası tarafından evinden kovulan Inder, hayata ve aşka dair tüm ümitlerini kaybetmiştir ve başka bir ülkeye giderek hayallerini yaşamaya çalışmaktadır. Bu nedenle kendisine ilgisi olduğunu anlamasına rağmen arkadaşı Nimmi'nin duygularına da karşılık vermemektedir. Müzik yapmak için paraya çok ihtiyacı olduğu bir anda babasının fırınındaki hisselerini satması yönünde bir telefon alınca doğduğu kasabaya geri döner. Ancak kasabasının bıraktığı gibi olmadığını anlayınca artık her şey için çok geç kalındığını fark eder. Ortada satılacak bir hisse yoktur ve babasının çok borcu vardır, arkadaşı Nimmi görücü usulü evlendirilmek üzeredir, annesi alzheimer hastasıdır ve kendisini anımsamamaktadır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de mafya peşindedir. Kendisini tam bir kaosun içinde bulan Inder komik bir kovalamacanın ortasında kalır.
 
Filmin yönetmeni Umesh Shukla ve oyuncuları Abhishek Bachchan (Inder), Rishi Kapoor (baba-Bhajanglal), Asin (Nimmi) ve Supriya Pathak'tır (anne- Pammi). Oyuncuları ve yönetmeni ben de ilk defa duydum ama Bollywood sevenler tanıyordur diye tahmin ediyorum. Biraz eğlenceli vakit geçirmek isterseniz izlemenizi tavsiye ederim ancak klişe bir filmden ötesi olmayacaktır önceden anımsatmış olayım. Filmle ilgili sevdiğim unsurlardan birisi müzikleri (genelde Hint filmlerinin müziklerini beğenirim). Ünlü şarkıcı Arijit Singh'in bu film için söylediği "Baaton Ko Teri" de sevdiğim şarkılardan birisi oldu.
 

30 Haziran 2016 Perşembe

Hangover III - 2013

Hangover serisinin en az sevdiğim filmi üçüncüsü oldu ve artık bana bu ekipten afedersiniz bıkkınlık geldi. eğer bir dördüncü film olsaydı muhtemelen izlemezdim, üçüncüsünü de senaryoyu nasıl toparladılar diye merak ettiğim için izledim. Bu filmde "bekarlığa veda" veya "düğün" konseptinin dışına çıkmışlar (zaten artık seyircinin aynı konuyu farklı bir mekanda ilzmeye takati kalmamıştır sanıyorum). Bu film ile Bangkok faciasından iki yıl sonrasına gidiyoruz. Bu kez daha önceki filmlerde tanıştıkları Uzak Doğu'lu tehlikeli küçük adam Leslie Chow'un (Ken Jeong) hapishaneden kaçmasıyla olaylar başlar. Aynı zamanda eski dosyaları kapatıp dertsiz tasasız ve kendi hallerinde yaşayan Phil, Stu ve Doug; Alan'ın bir zürafa faciası sonucu babası ile arası bozulması ve bu sırada babası kalp krizinden vefat etmesi sonucu arkadaşları ile ilgilenmek zorunda kalırlar. Cenazeden sonra Alan'da bazı değişiklikler olduğunu gözlemleyen arkadaşları ve ailesi (ilaçlarını kullanmamaktadır ve dşüncesiz bir hayat sürmektedir) onun bir kliniğe yatarak tedavi olmasını isterler. Güç bela tedavi fikrini kabul eden Alan, arkadaşlarının kendisini Arizona'daki kliniğe bizzat götürmesi şartıyla kalbileceğini belirtir. Alan'a iyilik etmek düşüncesiyle yola çıkan ekibimiz bir anda kendilerini Leslie Chow'un da içinde bulunduğu bir mafya hesaplaşmasının ortasında bulurlar.
 
Hangover film serisinin üçüncüsü ve sonuncusu olan bu filmin yönetmenliğini yine Todd Phillips üstleniyor, oyuncuları ise diğer filmlerden tanıdığımız ekip; Bradley Cooper, Ed Helms, Justin Bartha ve Zach Galifianakis'ten oluşuyor. Belirttiğim gibi serinin diğer filmlerinden farklı ve eğlenceden ziyada salt aksiyon dolu bir kurgusu var, vaktiniz varsa izleyebilirsiniz. İyi seyirler!

Alan: We can't be friends anymore. When we get together, bad things happen and people get hurt.
Chow: Yeah, but that's the point! It's funny!

Hangover II - 2011

Hangover serisine başladık madem, ikinci filmle devam etmesek olmazdı. Her ne kadar birincisi kadar komik olmasa da ve senaryo anlamında yalnızca mekanı değiştirmekten farklı bir şey yapmamış olsa da, Felekten bir Gece Daha filmini de izlerken eğlendim. Filmi izlerken büyük beklentilere girmemek lazım ancak amacınız biraz eğlenceli vakit geçirmek ise izleyebilirsiniz. Bu kez Las Vegas'a değil, Uzak Doğu'nun gözde merkezlerinden Bangkok'a uzanıyoruz. Bir önceki filmden tanıdığımız ekip (Alan, Stu, Doug ve Phil), bu kez Stu'nun düğünü için Tayland'a giderler (Stu, Uzak Doğulu bir kızla evlenmektedir). Bir önceki düğünün bekarlığa veda rezaletinden sonra Stu kesinlikle çılgın eğlencelerden uzak kalmak niyetindedir ve düğünden önce tek planladığı bir "düğün öncesi sabah kahvaltısı"dır. Ancak arkadaşlarının sahilde bir bira içmek teklifini kabul eder. Ertesi sabah ise ekip Bangkok'da rezil bir otel odasında uyanır, Stu'nun yüzünde dövme vardır ve gelinin erkek kardeşi Teddy kayıptır, bir de nereden geldiği anlaşılamayan şirin bir maymun vardır. Ekibin son hatırladıkları olay sahilde içilen biradır ve nasıl olup da Bangkok'da uyandıklarına dair kimsenin bir fikri yoktur. Ters giden olayları çözmek ve nasıl olup da Bangkok'da uyandıklarını tespit etmek amacıyla araştırmaya başlarlar.
 
Filmin yönetmeni bir önceki filmin de yönetmenliğini yapmış olan Todd Philips, ekip ise yine aynı: Phil (Bradley Cooper), Stu (Ed Helms), Alan (Zach Galifianakis) ve Doug (Justin Bartha). Aslında yazının başında da belirttiğim gibi bir önceki film ile ekip ve aksiyon anlamında ne farklı derseniz, yalnızca mekanın Bangkok olması. Yine de eğleneceğinizi düşünüyorum, iyi seyirler!

- Do you ever do anything that doesn't end up in a stand-off, Chow?
- I'm an international criminal! It always ends up like this.

14 Haziran 2016 Salı

Hangover I - 2009

Filmin orijinal adı olan "Hangover" çok içtiğiniz bir gece sonrasında akşamdan kalma diye tabir ettiğimiz "içki sersemliği" anlamına geliyor. Türkçeye "Felekten bir Gece" olarak tercüme edilen Hangover filmi 2009 yılında yayınlandığında çok sevildi ve tahmin edeceğiniz üzere devam filmleri de çekildi. Ben bu film vizyona girdiğinde üniversitedeydim ve afişini her gördüğümde merak ediyordum filmin ne anlattığını. Bu kadar uzun zaman sonra izleme fırsatı bulmuş olmam bana şu an tuhaf geliyor. Filmde Doug'un bekarlığa veda kutlaması için Las Vegas'a giden bir grup arkadaşın (Phil, Alan ve Stu) burada yaşadıkları macera anlatılıyor. Aslında amaçları yalnızca felekten bir gece geçirmek olan grup, Las Vegas'da eğlenmek için gece aldıkları alkol (Alan tarafından içine ilaç karıştırılmış) sonrasında sabah kendilerini bir anda içinde bir kaplan, bir bebek ve tavuklar bulunan bir otel odasında bulurlar. İşin tuhafı Stu'nun bir dişi eksiktir ve Doug kayıptır ve düğüne sadece bir gün kalmıştır. Bir gece önce ne yaşandığını kesinlikle hatırlamayan kafadarlar, hem gece ne yaşadıklarını çözmek hem de Doug'u bulmak için yola çıkarlar. Ellerinde bulunan sınırlı ip uçları ile ipin ucunun nerede kaçtığını tespit etmeye çalışarak Doug'a ulaşabileceklerini düşünmektedirler. Başka da çareleri yoktur zira düğüne tam vaktinde yetişmeleri gerekmektedir.

Filmin yönetmeni Todd Philips ve oyuncuları Bradley Cooper (Phil), Ed Helms (Stu), Zach Galifianakis (Alan) ve Justin Bartha (Doug). Film benim daha önce izlediğim Hollywood komedilerinden daha farklı geldi, tabi hepsinde olduğu gibi bel altı espriler mevcut. Filmin sonunda gece boyunca çekilen fotoğrafların sergilenmesi de filmi eğlenceli bir şekilde bitirmenizi sağlıyor. İzlemenizi tavsiye ederim, siz de biraz iyi vakit geçirin!

"Some guys just can't handle Vegas."

23 Mayıs 2016 Pazartesi

3 Idiots - 2009

Bollywood takip etmeyenlerin dahi bu film hakkında bilgisi vardır. Yayına giridği tarihten itibaren film hakkında çok fazla konuşuldu, çok izlendi ve paylaşıldı. Filmde sıklıkla kullanılan her şey yolunda anlamına gelen "ol iz vel" (all is well) cümlesi sosyal medyada filmi izleyenler tarafından kullanıldı. Muhtemelen filmin bu kadar sevilmesinin nedeni konusu itibariyle pek çok insana hitap etmesi. Filmde Hindistan'ın en iyi mühendislik okuluna pek çok genci geride bırakarak kabul edilen bir grup öğrencinin dostlukları ve hayatı anlatılmakta, satır aralarında öğrencileri yarış atı gibi gören eğitim sistemi eleştirilmektedir. Mühendislik okulunda okuyan ve aynı yurtta kalan üç yakın arkadaş Rancho, Farhan ve Raju'nun çok farklı hikayeleri vardır. Raju ailesini sefaletten kurtarmak isterken Farhan ailesinin isteği üzerine istemeden mühendislik eğitimi almaktadır. Rancho ise tam bir muammadır. Herkesten farklı düşünen bu çocuk makinelere igli duymakta ve öğrendiği bilgileri pratiğe dökmektedir. Robot gibi öğrencilere alışmış olan profesöre ile yıldızı bir türlü barışmayan Rancho, bir de en olmadık kişiye aşık olunca hayatı biraz daha zorlaşır. Eğitim sistemini sert bir şekilde eleştirilirken aynı zamanda eğlenceli olan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.
 
Filmin yönetmeni Hindistan'ın prestijli ödüllerinden sayılan Filmfare Awards ödülünü 11 kez kazanmış olan Rajkumar Hirani, oyuncuları ise tanınmış oyuncu Aamir Khan (Rancho), Kareena Kapoor (Pia), Sharman Joshi, Omi Vaidya, Parikshit Sahni ve Boman Irani'dir. Film vizyona girdiği yıl Hindistan'ın en yüksek gişe rekoru kıran ve o zamana kadar en yksek hasılatını toplamış filmi olmuştur. Aynı şekilde yurt dışı pazarında en çok hasılat yapan (vizyon yılına kadar) Bollywood filmidir.

Rancho was right when he said "Pursue excellence, and success will follow, pants down!"

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Beintehaa (Benimsin) - 2013 / 2014

Çocukluğumda Hint dizi-filmlerini izlemeyi çok severdim, Hintlerin kendilerine özgü inanışları ve yaşam tarzları bana çok fantastik & masalsı gelirdi. Birkaç hafta önce bir televizyon kanalında tesadüfe bu diziyi fark ettim ve yeniden Hindistan'a özgü konulara ilgim uyandı. Aslında bu dizi açısından ilginç olan bir konu daha var: Hindistan'daki Müslüman topluluğu anlatması. Daha önce (muhtemelen vardır ama) bu konuyu işleyen bir Hint dizi/filmi izlememiştim, dolayısıyla "Muslim Society Saga in India" bana çok cazip geldi. Dizi haftalık olarak televizyon kanalında yayınlanmaya devam ediyor ancak ben tüm bölümleri internetten izledim. Toplamda 235 bölüm (Aralık 2013 - Kasım 2014) var ancak ortalama 22 dakikadan oluştuğu için rahatlıkla art arda izlenebiliyor. Ayrıca internetten izlemenin bir avantajı daha var, orijinal dilinden oyuncuların vücut dili daha iyi anlaşılıyor ve eğlenceli Hint dilini de duymuş oluyorsunuz :). İşin doğrusunu söylemek gerekirse, hikayede kendi içinde mantık hataları ve tutarsızlıklar vardı ama amacım hoş vakit geçirmek olduğu için bu detaylara takılmamayı tercih ettim. Biraz da konudan bahsedeyim; Aliya Ghulam Haider (Preetika Rao) evlilik çağında Bhopal'de yaşayan dini inancı kuvvetli tatlı bir kızdır. Görücü usulü yapılacak bir evliliğe hazırlanırken yaşanan bazı tatsız tesadüfler sonucu, kendi kuzeni (dayısının oğlu) Zain Usman Abdullah (Harshad Arora) ile evlenmeye mecbur kalır. Bu evlilik hiç kimseyi mutlu etmemiştir, her şeyin faturası Aliya'ya kesilecek gibidir. Herkesin henüz öngöremediği husus Aliya'nın zeki ve inançlı bir kız olduğudur. Yaşanacak maceraları da Bollywood sevenler seriyi izleyip görebilirler.

Seride ilginç bulduğum pek çok yön var: kadınların kıyafetleri, takıları ve makyajları, Müslüman topluluğunun yaşayışı (dini yorumlamaları ve kültür mozaiğine olan saygıları), Mumbai'deki yaşam tarzı, geri plandaki Hint müzikleri ve sık sık yapılan partilerdeki hint kökenli danslar. Ben izlerken eğlendim, umarım siz de beğenirsiniz. Bu arada Harshad Arora'nın Mart 2016'da gösterime girmiş yeni bir dizisi mevcut: Dahleez. Yeni Delhi'de geçen dizi Hindistan bürokrasisini ve hukuk sistemini anlatıyor, bu açıdan bana ilginç görünüyor ama sanırım Beintehaa kadar fantasik ve uçuk değil :) İyi seyirler!

 
Diğer TV dizilerine ilişkin yorumlarım:
 
How I Met Your Mother
 
Dexter
http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/01/dexter.html
 
Black Mirror
 
Dates

26 Nisan 2016 Salı

Maze Runner 2 (Scorch Trials) - 2015

Geçtiğimiz yıl ilk filmi izledikten sonra da izlenimlerimi yazmıştım (aşağıdaki linkte bulabilirsiniz). Fantasik & bilim kurgu & distopya serileri severek izlediğimi ama artık sayılarının giderek artmaya başladığından söz etmiştim. Ayrıca kendi içinde sonu olan hikayeleri sevdiğimi de belirtmiştim, yine de birinci filmi izlediğim için serinin ikinci filmine de devam ettim. Hikayenin bütünü hakkında biraz fikir verse de yine de ikinci film de çok açıklayıcı olmadı. Birinci filmde labirentten kaçarak kurtulduklarını düşünen bir grup Kayranlı genç, helikopterle bulundukları bölgeden alınmıştı. Bu filmde bu gençler başka "seçilmiş olduklarını düşünen" gençlerle beraber (Flare virüsüne karşı bağışıklıkları olduğu söylenmektedir) kompleks güvenli olduğu söylenen bir yere kapatılırlar. Burada her şey yolunda gibi görünmekle beraber bir süre sonra Thomas bazı olayların kendisini rahatsız ettiğini fark eder. Belirli periyotlarda aralarından bir grup genç nereye olduğu anlaşılamayan bir yere götürülmekte ve tekrar haber alınamamaktadır. Şüphelerinin peşinden giden Kayranlı gençler içinde bulundukları merkez hakkında öğrenmemeleri gereken şeyler öğrenirler. Bir süre sonra dağlarda yaşayan isyancı bir grubun varlığını öğrenen gençler (The Right Arm) onlara ulaşmanın bir yolunu araştırmaya başlarlar. Bu süreçte işler pek de planladıkları gibi gitmese de, kendilerini kullanan World in Catastrophe Killzone Department (WCKD) hakkında bazı gerçekler açığa çıkar.

James Dashner'ın aynı isimdeki ikinci kitabından uyarlanan filmin yönetmeni serinin ilk filminin de yönetmenliğini yapmış olan genç yönetmen Wes Ball, oyuncuları ise ilk filmden tanıdığımız yüzler: Dylan O'Brien (Thomas), Kaya Scodelario (Teresa), Thomas Brodie-Sangster (Newt), Ki Hong Lee (Minho); ve yeni yüzler: Nathalie Emmanuel ve Aidan Gillen. İkinci filmi birinci filmden daha çok beğendim, mekan seçimleri ve görsel efektlerini oldukça başarılı buldum. Bir şekilde seriye başladım, muhtemelen devamı filmlerini de izlerim. İyi seyirler!

"Hope is a dangerous thing. Hope has killed more of my friends than the Flare and Scorch combined."

Maze Runner 1 (Labirent - Ölümcül Kaçış) filmi hakkında:
http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/10/labirent-olumcul-kacs-2014.html

19 Nisan 2016 Salı

Diana - 2013

Trafik kazasında ani ölümü ile halkını üzüntüye boğan ve hakkında çeşitli komplo teorileri üretilen Lady Diana'nın kapalı kapılar ardında kalan hayatı tam bir drama. Aslında Lady Diana'nın hayatını okumadım (örneğin okuduğu okullar, gençlik yılları, ilk aşkı, Prens ile olan evliliği, Kraliçe ile olan ilişkisi vb.), bu nedenle hayatının detayları konusunda bilgim yok. Bu filmi izlemeden önce bu hususlara kısaca değinilir diye tahmin etmiştim ancak film Lady Diana'nın boşandıktan sonraki sürecine ve Pakistanlı kalp doktoru Hasnat Khan ile olan ilişkisine değiniyor (özellikle olsa gerek kraliyet ailesinden kimse filmde anlatılmamış). 1995-1997 yılları arasında süren ilişki, filmde Lady Diana'nın hayatının aşkıymış gibi anlatılıyor ve ayrıldıktan sonra da (kazada kendisi ile beraber olan Dodi Al-Fayed'e rağmen) Hasnat Khan'ı unutamadığı ima ediliyor. Aslını sorarasanız, Lady Di'nin 1997 yılında vefat ettiğini düşünürsek, Hasnat Khan ile Lady Di'nin arasında olanları şu an yalnızca Hasnat Khan bilebileceğinden, senaryoda anlatılanlarda kendisinin bir katkısı olmuştur mutlaka. Bu nedenle, Lady Di'nin kendisinden sonra onu kıskandırmak için başka bir sevgili edindiği yönündeki hikayede, muhtemelen Hasnat Khan'nın erkek egosunun bir parmağı var diye tahmin ediyorum. Netice itibariyle, otuz altı yaşındaki bir prensesin eski sevgilisini unutamadığı için onu cezalandırmak adına Mısırlı bir milyonerin oğlu olan Dodi Al-Fayed'le birlikte olması da bana gerçekçi gelmiyor. Yine de neler yaşandı yalnızca tüm sırları yanına alıp giden Lady Di ve Allah bilir!
 
Filmin yönetmeni Alman yönetmen Oliver Hirschbiegel ve başrol oyuncusu Naomi Watts. Naomi Watts'ın Lady Diana rolünde çok iyi bir iş çıkardığını söylemek isterim. Ben Lady Di'yi ve onun ölüm haberlerini hayal meyal anımsıyorum, ama yine de Naomi Watts'ı görünce Lady Di'yi anımsadığıma göre, rolün hakkını vermiş demektir. Filmin diğer oyuncuları, özellikle Naveen Andrews'i ise bu açıdan yeterince başarılı bulmadım. Sonuç olarak, Lady Diana'yı merak ediyorsanız, filmi izlemenizi tavsiye ederim.

"You say you love me, you'll always love me. Well, there's about five billion people on this planet who can say that! But is there one who can stay with me?"

1 Nisan 2016 Cuma

Spotlight - 2015

Son zamanlarda ülkemizde konuşulan olayların da etkisiyle, bu filmi özellikle izlemek istedim. İzleyenler zaten biliyor ama izlemeyenler için de filmin konusundan kısaca bahsedeyim: Gerçek bir hikayeden esinlenilerek senaryolaştırılan film, taciz iddiaları ile suçlanan kilisenin bu iddiaları örtbas etmesini ve bu tacizi aydınlatmaya çalışan bir grup idealist gazeteciyi anlatmaktadır. Boston Globe adındaki gazetede çalışan ve kendilerine Spotlight diyen ekip, Boston'daki katolik kiliselerinde yaşanan (ve erkek çocuklarının öcellikle kurban seçildiği) taciz iaddialarını araştırmak için yola çıkar. Gönüllü kurbanlarla görüşmeler gerçekleştirip çeşitli arşivleri, dava dosyalarını ve kütüphane kayıtlarını inceleyen ekip, bu olayın Boston'la sınırlı kalmadığını ve aslında tahmin ettiklerinden çok daha büyük boyutta olduğunu fark eder. Anlam veremedikleri şekilde, Boston'un üst düzey yasal ve idari amirlerinin de bu olayların örtbas edilmesine göz yumdukları ortaya çıkar. Yaklaşık otuz yıl boyunca gizlenen bir gerçeğin ortaya çıkması pek çok kişiyi rahatsız etse de, ülkede konjonktürün de değişmesi sebebiyle olayların aydınlatılması otuz yıl öncesine göre biraz daha kolay ilerler. Buraya kadar tahmin edebileceğiniz üzere, yeterince muhafazakar bir ülkede (eğer insanlar adil bir açıdan bakamıyorsa) bu şekilde bir haber yapmanız ve halkın desteğini almanız mümkün olamayacaktır (bu duruma biraz düşünürseniz çok yakından önemli örnekler bulabilirsiniz). Bu nedenle giriştikleri işte bu idealist gazetecilerin neleri göze aldığını da tahmin edebilirsiniz.

Filmin yönetmeni Tom McCarthy ve başrol oyuncuları ise Birdman filminden tanıdığımız Michael Keaton,  yenilmez Hulk olarak tanıdığımız Mark Ruffalo ve Rachel McAdams. Başarılı oyuncular ve senaryo bir araya gelince izlenesi bir film ortaya çıkmış. Spotlight, herhangi bir gruba verilen hak ve gözü kapalı güvenin aslında nasıl kötüye kullanılabileceğini örnekleyen etkileyici bir film. Eğer vaktiniz varsa mutlaka izleyin, umuyorum bi bu film hayata bakış açısınızı biraz olsun değiştirebilir.

"They say it's just physical abuse but it's more than that, this was spiritual abuse. You know why I went along with everything? Because priests, are supposed to be the good guys. "

31 Mart 2016 Perşembe

Goosebumps - 2015

Goosebumps kelimedi Türkçede olarak "tüyleri diken diken olmuş deri" anlamına gelmektedir, ancak bizim dilimizde tam bir kelime karşılığı olmadığı için olsa gerek, filmin adı Türkçeye tercüme edilmemiş (bazı yayınlarda Canavarlar Firarda olarak geçmektedir). Goosebumps çok fazla korku ögesi içeriyor ama aynı zamanda komedi/macera unsurları da dahil edildiğinden izleyici dehşet derecede korkuttuğu da söylenemez. Film büyük şehirden küçük bir kasabaya taşınan Zach Cooper'ın sıkıcı bir hayat yaşayacağını düşünmesiyle başlıyor. Evlerinin yanında bulunan diğer evde yaşayan güzel kız Hannah ile tanışınca belki de hayatının o kadar kötü geçmeyeceğine karar veren Zach, bir tesadüf eseri Hannah'ın babasının ünlü korku serisi Goosebumps'ın yazarı R. L. Stine olduğunu öğrenir. R. L. Stine ile yıldızı hiç barışmayan Zach, Hannah ile gizli görüşmeye devam eder ve bu sırada Stine'lerin evinde tuhaf şeyler yaşandığından şüphelenir. Bir süre sonra Stine'in kitaplarının korkunç sırrını öğrenen Zach bir de bunun üstüne kazara olmadık şeylere yol açınca kasabada hareketli bir gece başlar. Macera ve korku dolu bu gecede Zach, Hannah ve Stine kasabayı bu kabustan kurtarmak için harekete geçerler.
 
Filmin yönetmeni, "Köpekbalığı Hikayesi", "Gulliver'in Gezileri", "Canavarlar Yaratıklara Karşı" gibi animasyon filmlerin de yönetmenliğini yapmış olan Rob Letterman, oyuncuları ise Jack Black, Dylan Minnette, Odeya Rush ve Amy Ryan. Hayal gücünüzü biraz zorlayacak bu hikayeyi -eğer bu tarz filmlerden hoşlanıyorsanız- izleyebilirsiniz. İyi seyirler!

"Hello. My name is Mr. R.L. Stine. Every story ever told can be broken down into three parts. The beginning. The middle. And the twist."

23 Mart 2016 Çarşamba

The Hateful Eight - 2015

Amerikan klişelerine farklı bir bakış getiren Tarantino'nun beklenen filmini sonunda izleyebildim. Daha önce burada birkaç Tarantino filminden bahsetmiştim, Hateful Eight de Django Unchained gibi Amerikan Western filmlerine alternatif bir bakış sunmuş. Film süre açısından uzun olsa da durağan geçen ilk bölümünün, oldukça heyecanlı geçen ikinci bölümü ile efsanevi bir hikayeye dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bir nevi hesaplaşma filmi olan Hateful Eight; geçmişlerini ve ilişkilerini yavaş yavaş öğreneceğimiz sekiz tuhaf kişinin bir evde kesişen ve gideren tansiyonu yükselen ilişkilerini anlatmaktadır. Filmde olaylar Wyoming'de bir kış günü bir posta arabasıyla dört kişinin dağ geçidindeki Minnie'ye ait konaklama yerine sığınmaları ile başlar (Cellat John Ruth, kaçak Daisy Domergue, ödül avcısı Marquis Warren ve haydut Chris Mannix). Minnie'nin yerine vardıklarında kendilerini Minnie ve çalışanları değil de, daha önce görmedikleri dört yabancı karşılar: Kovboy Joe Gage, Sanford Smithers, Bob ve Oswaldo Mobray. Konaklama yerine giren sekiz kişi tipi nedeniyle bir süre içinde bulundukları mekandan çıkamayacaklarını öğrenirler, bu nedenle bir süre için birbirlerine katlanmak zorunda kalacaklardır. Tabi bu süreçte gizli ilişkiler ortaya çıkacak ve insanların birbirlerine olan bağlılıkları sorgulanacaktır. Hiç acele etmeden yavaş yavaş örülen olay örgüsü içinde hayatata kalma içgüdüsünün insanı nasıl avucuna aldığı da görülecektir. Olaylara eşlik eden müzikler ise duyguyu seyirciye çok başarılı aktarmaktadır.

Söylendiğine göre merakla beklenen Hateful Eight'in ilk düşünülen senaryosu farklıymış ancak internete sızması sonucu senaryo değiştirilmiş. İlk senaryo ile ne amaçlanmıştı bilmiyorum ancak ben film haline dönüştürülen senaryoyu çok beğendim. Filmin yönetmenliğini efsanevi yönetmen ve sinemanın haylaz çocuğu olarak bilinen Quentin Tarantino yaparken, başrollerinde Samuel L. Jackson, Kurt Russell, Jennifer Jason Leigh, Walton Goggins, Michael Madsen, Tim Roth yer alıyor. Kanlı bir mizah anlayışının hakim olduğu ve gerilimi gittikçe artan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim, zaten Tarantino seviyorsanız, izlemişsinizdir.

"Now, what would make a man brave a blizzard and kill in cold blood? I'm sure I don't know! You'd be surprised what a man would do... "

Soysuzlar Çetesi (Inglourious Basterds) - 2009

DJANGO Unchained - 2013

17 Mart 2016 Perşembe

Osman Pazarlama - 2016

İnsanların aklında "Recep İvedik" tiplemesiyle yer etmiş olan Şahan Gökbakar bu kez farklı bir tiple izleyici karşısında. Bu kez Recep İvedik'ten biraz daha normal bir karakter olan Osman Şaşmaz adında zengin olmaya çalışan bir iş adamını canlandırmaktadır. Osman Şaşmaz aşık olduğu kızla evlenebilmek için para kazanmak isteyen ve bu uğurda zihni sinir projeler üretip patentlerini alarak üretim için sponsor arayan başarısız bir iş adamıdır. Sevdiği kızın babasına kendini ispat etmek zorunda olan Osman, bu uğurda elinden geleni de ardına koymaz: reklam için ana akım medyaya sızar, ünlülerin sıklıkla katıldığı eğlencelere katılarak kendisine ortak arar, ucuz iş gücü avına çıkar vb. Sürekli yeni tasarımlar yapan ve tasarımlarını bir şekilde piyasaya sunmak isteyen Osman'ın uzun bir süre hayallerinin peşinden koştuktan sonra sonuç alaması nedeniyle umudu kırılır. Hiç ummadığı anda şandı dönen Osman, yaşadığı kötü dönemlerde de hiç ummadığı kişilerden maddi ve manevi destek görünce hayata karşı bakış açısı da değişir. İzleyeceğiniz film ortalama bir komedi filmi bu nedenle hayatınızı değiştirecek bir film izleyecekmişsiniz gibi bir beklentiye girmenize gerek yok. Yalnızca varsa boş vaktiniz biraz eğlenceli vakit geçireblirsiniz, prensip olarak Türk-komedi filmi izlemiyorsanız bu da sizin tercihiniz tabi.
 
Filmin yönetmeni Togan Gökbakar, oyuncuları ise Şahan Gökbakar, Selim Akgül, Liberat Niyoyandika ve Feriştah Senem Yıldırım. Filmin senaryosu da Şahan & Togan Gökbakar'a ait. Filmde beğendiğim bir bölüm var, o da ne kadar saçma olursa olsun ünlülerin tercihlerinin veya sosyal medyanın bir ürünü veya davranışı nasıl parlattığına ilişkin yapılan vurgu. Yeni bir tespit değil, eminim hepiniz bu filmden önce tespit ettiniz ancak görsel olarak anlatımı absürt-başarılıydı. İyi seyirler!

- Ne iş yapıyorsun sen?
- Efendim ben pazarlama üzerine, pazarlıyorum.

15 Mart 2016 Salı

Aşk (Her) - 2014

Joaquin Phoenix'in daha önce "Two Lovers" (İki Aşık) filminden söz etmiştim. Aynı şekilde bu filmde de oynadığı ağlak karakter ile kendisini dramatik-romantik filmlerin baş kahramanı yapıyorum izninizle. Bu filmde Theodore Twombly karakterine hayat veren oyuncu (filmin yakın bir gelecekte geçtiğini tahmin ediyorum) neredeyse hiç kullanılmayan "el yazımı mektup" gönderme işinde çalışmaktadır. Karısından boşanan ve henüz bir travmayı atlatamadığı gözlenen Theodore küçük bir apartman dairesinde tek başına asosyal denilebilecek bir hayat yaşamaktadır. Bir gün tanıtımı yapılan bir yazılımı almasıyla hayatı eskisine göre biraz daha değişmeye başlar.  Yazılım, erkek ve kadın olarak iki farklı versiyonda satılan bir yapay zeka programıdır ve kullanıldığında olaylara yorum yapabilmekte, internetteki her şeyi tarayarak sizinle sohbet edebilmekte ve sizin adınıza empati yaparak sorularınıza duygusal yanıtlar vermektedir (Şu an iphone'larda olan Siri programının daha gelişmiş hali gibi). Bu vesile ile Samantha tanışan Theodore zamanla bu sanal oluşunda bambaşka bir gerçeklik görerek kendisini hayatının merkezine koyar. Büyük bir depresyonda olan Theodore için Samantha tutunacak bir daldır ancak yavaş yavaş yapay zeka ile kurduğu iletişimin garipleştiğini fark eder. Film bu andan itibaren varlığın yalnızca bir bilinçten mi yoksa fiziksel bir oluşumdan mı ibaret olduğunu sorgulatıyor.

Filmin yönetmeni henüz genç denilebilecek birisi, Spike Jonze; oyuncuları ise, Joaquin Phoenix ve Amy Adamsi, ancak filmi tek başına Joaquin götürüyor da diyebiliriz. Bilgisayar yazılımındaki kadın sesi ise (orijinal filmde) Scarlett Johansson'a ait. Konu açısından filmin benzerleri olduğunu kabul ediyorum ancak hakkında yapılan bütün negatif yorumlara da katılmıyorum. Zira internetin hayatımıza girmesiyle, tahmin etmediğimiz tecrübeler edindiğimiz bir gerçek. Bu nedenle bazı olaylara "çok saçma" penceresinden bakmadan önce son yirmi yılın bir panoramasını yapmak yerinde olacaktır. İnternet üzerinden para göndermek veya alışveriş yapmak gibi işlemler dahi bir süre önce aklımızda bile yokken şimdi geldiğimiz durumu düşünürsek, insan gibi "düşünebilen" bir yazılımın geliştirilmesi veya bir "yapay bilinç" oluşturulması bana çok da imkan dışı gelmiyor. Ayrıca şu anda dahi sanal ilişkilerin yaaşndığını düşünürsek, asosyal insanların internet çağında nasıl bir psikolojide olacaklarını şimdiden öngörmek zor. Biraz yavaş bir tempoda ilerliyor, sıkılmanız olası ancak ben filmi izlemenizi tavsiye ederim.
 
"I think anybody who falls in love is a freak. It's a crazy thing to do. It's kind of like a form of socially acceptable insanity."