30 Ocak 2015 Cuma

Bana Masal Anlatma - 2015

Bu cuma (bu aralar çok fazla Türk filmi yayında olduğundan) birini seçerek izlemek istedim. Eğlenceli bir film olduğu söylenen "Bana Masal Anlatma" gerçekten hakkını verniş. Tabi beklentiyle gitmemek lazım, araya serpiştirilmiş fantastik unsurlar vardı ve cevaplanmamış sorular çok fazlaydı. Bu nedenle çok fazla düşünmeden, kendinizi filmin akışına bırakmanızı tavsiye ederim. Filmde çocukluğun masum dönemlerini babasının ilginç masallarıyla geçirmiş olan Rıza (Fatih Artman), büyüyüp minibüs şoförü olunca da kendi hayatından kaçmak için hayallere sığınır. Hem utangaç olan hem de hayata karşı pesimist olan bu naif genç, çok mutsuz olduğu bir gece hayal mi gerçek mi olduğunu tespit edemediği bir kızla karşılaşır: Ayperi (Hande Doğandemir). Hayatının kadınını arayan bu adamla, kendisini esaretten kurtaracak kahramanını bekleyen kızın karşılaşması hayatlarının akışını nasıl etkileyecek izleyip görmek gerek. Tabi geri planda akan hayatlar var: Rızanın annesi (Devrim Yakut), Topal (Gürkan Uygun) ve diğer Suriçi'nde yaşayan mahalleliler. Komedi tarzında bir filme yakışan beğendiğim bir oyunculuk vardı; abartılı ve komik. Bu nedenle herhangi bir sona bağlanmayan veya mantıklı bir silsilede ilerlmeyen kurgusu bile affedilebilir. Dediğim gibi, yüksek bir beklentiye gerek yok ancak son zamanların en komik Türk filmlerinden olabilir, vaktiniz varsa izleyebilirsiniz.
 
Filmin yönetmeni ve senaristi "Leyla ile Mecnun" dizinin de yönetmenliğini yapmış olan Burak Aksak. Belki de bu nedenle sıradışı unsurlar sanki olabilirmiş gibi filmde izleyiciye sunulmuş. Leyla ile Mecnun dizini izleyen  kişilerin ne demek istediğimi anlayacaklarına eminim.
 
Bu konuda yapılan eleştiriye katılıyorum: "Son yılların en beğeni toplayan TV serilerinden biri haline gelmiş olan Leyla ile Mecnun'un o kendine has naif, absürd ve akılcı hikayesini beyazperdeye taşımak isterseniz ne olur? Üstüne biraz daha eski usül melodram, biraz nostalji, bir parça da sıcak mahalle kültürü... Yıllar boyunca benzeri formülleri deneyen, bazen de bunun ekmeğini yemek için doğru dürüst çabalamayan nice yerli komedi filminden sonra, bu kez karşımıza bu malzemeleri bünyesinde hakkıyla eritebilmiş bir proje var: Bana Masal Anlatma."

21 Ocak 2015 Çarşamba

Two Lovers (İki Aşık) - 2008

"Neye niyet neye kısmet" mesajını oldukça iyi bir şekilde veren bir film. Filmi biraz gönülsüz izledim, hem yavaş ilerliyor olması hem de hüzünlü temasından dolayı filme de pek ısınamadım ancak bitince beğendiğimi fark ettim :). Bir taraftan depresyonda olan ve intihar girişiminde bulunan ancak bir taraftan gerçekten sevmek ve güzel bir hayat geçirmek isteyen genç bir adamın ikilemi çok güzel anlatılımış. Leonard (Joaquin Phoenix) babasıyla beraber Brooklyn'de kuru temizleme işi yapan ve yakın zamanda sevdiği kadın ile ilgili büyün bir ruhsal travma yaşamış bir adamdır. Basit bir genetik rahatsızlık sebebiyle sevdiği nişanlısını kaybeden Leonard'ın akıl sağlığında bozulmalar olmuş ve birkaç kere intiharı denemiştir. Bu süreçte ailesinin araya girmesiyle "blind date" denilebilecek bir şekilde tanıştığı Sandra Cohen (Vinessa Shaw) ve apartmanda üst katına yeni taşınan sarışın güzel Michelle (Gwyneth Paltrow) arasında kalan Leonard bir taraftan düzelirken bir taraftan farklı bir "gel-git"in içine girecektir. Bu iki kadının arasında kalan Leonard’ın gelgitleri üzerine kurulu olan filmin konusu yabancı değil; fakat karakterlerin derinliği ve olay örgüsüyle diğer örneklerinden farklı değerlendirilmeyi hakediyor.
 
Filmin sonu bana "Selvi Boylum al Yazmalım"ı biraz anımsatsa da (bakış açıları aynı değil yanlış anlaşılmasın) sonunda empati yapmak ve aşka saygı göstermek açısından güzel bir vurgu yapıldığı kanaatindeyim. Her ne kadar konu olarak örneklerini sinemada sıkça görebileceğimiz bir film olsa da, karakterlerin duygularını vücut diline bu kadar yansıttıkları bir filmle karşılaşmak zor.
 
Filmin yönetmeni yine Joaquin Phoenix ile 2007 yılında çektiği "We Own the Night" filmiyle tanınan James Gray.  Oyunculuk anlamında da beğendiğim "Two Lovers" her anlamda hayatın çok içindeydi, her sahnesiyle çevremizde var olan acı ama gerçek yaşamı yansıtıyordu. Bu nedenle izlemenizi tavsiye ediyorum.
 
"I will never walk away from you."

19 Ocak 2015 Pazartesi

The Judge (Yargıç) - 2014

Ön plana hukuk ve yargılamayı alsa da aslında aile içi hesaplaşmaları ve geçmişte saklı kalan sırları ortaya çıkaran bir film. Bu şekilde bakınca konu itibariyle oldukça klişe görünüyor ancak filmi izlemekten zevk aldım zira pek çok sahnenin mahkeme salonunda geçmesi ve oyuncuların performansı dikkat çekiciydi. Ana karakterlerden birisi Hank Palmer ("Robert Downey Jr") Chicago'da yaşayan ve "vicdanının sesini susturmuş" olan bir avukattır. Şeytanın avukatlığını yaptığı çok önemli bir duruşma öncesi annesinin vefat ettiği haberini alır ve yıllardır gitmediği doğup büyüdüğü kasabaya annesinin cenaze töreni için gider. Yıllardır arayıp sormadığı Yargıç babası Joseph Palmer ("Robert Duvall") ve kardeşleri Glen ve Dale ile olan karşılaşmasını kısa keserek bir an önce Chicago'ya dönmek isteyen Hank Palmer kasabada oldukça tanınan ve kendi adaletini uygulayan yargıç babasının bir cinayet suçlamasıyla karşı karşıya kalması sonucu kalış süresini uzatır. Bir anda kendisini mahkeme salonunda babasının belki de ölüm-kalım davasında bulan Hank, aynı zamanda erkek kardeşinin kasabaya sıkışıp kalan hayatı ve yıllar önce geride bıraktığı eski sevgilisi Samantha'ın ("Vera Farmiga") iki kişilik yaşamında kendi payını da sorgular. Hank Palmer'in bu kısacık sürede yaşadıkları hiç de kolay olmayacaktır, belki de hayatının en yıpratıcı dönemini geçiren Hank, hayatıyla ilgili önemli kararlar da alacaktır.

Oyuncuların sergiledikleri performans ile pek çok ödüle aday gösterildikleri filmin (Akademi Ödülleri, Altın Ayı, Screen Actors Guild Award, Satellite Award) yönetmeni komedi filmleriyle tanınan David Dobkin. Şangay Şövalyeleri ve Davetsiz Çapkınlar filmleri ile tanınan David Dobkin'in legal-drama'da da başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

Filmde tezatlar çok güzel vurgulanmıştı: "I always represent the guilty, because innocent people can't afford me." (Suçluları savunuyorum çünkü masumların parası beni tutmaya yetmiyor." diyen bir avukat ile hata yapan kişilere ikinci bir şans vermeyen ve hukuk kurallarından ziyade vicdanına göre hareket eden bir yargıçın çatışması. Uzun bir film de olsa, ben pek çok açıdan beğendim, tavsiye ediyorum.

"Biliyor musun, ülkenin yüzde 90’ı hayaletlere inanıyor. Yüzde 3’ten azı evrime inanıyor. Yüzde 35’i Homer Simpson’ı ve kurmaca şehrini tanıyabiliyorken yüzde 1’den azı yaratıcılarının adını biliyor. Ama, 12 Amerikan’ı jüriye oturtup adalet beklediğinde inandığın şeyleri sorguluyorsun...."

14 Ocak 2015 Çarşamba

Men in the City - 2009

Filmin Türkiye'de vizyona girip girmediğini bilmiyorum ancak çok tanınmadığı kesin (adının nasıl tercüme edildiğini bile bulamadım). Özgün adı "Männerherzen" olan filmin tercümesinin "Erkeklerin Kalbi" şeklinde yapılabileceğini düşüyorum. Alman yapımı olan film, bir spor salonunda spor yapan ve birbirlerinden oldukça farklı hayatları, beklentileri ve karakterleri olan bir grup erkeğin özel yaşamlarını anlatıyor. Aynı spor salonuna gitmek dışında başka ortak özellikleri olmayan bu erkek grubunun ilişkilere ve kadınlara bakış açıları bulundukları sosyal sınıftan veya yaptıkları işten etkilenmekte midir? Yoksa erkeklerin aslında "kompleks" düşünemediği tezi bir kez daha destek mi bulacaktır? Konu olarak oldukça klişe, Hollywood'un daha önce kadın-erkek ilişkilerine bol bol değinen romantik-komedi tarzında film yaptığını düşünürsek, filmin bize yeni bir şey kattığını söyleyemeyiz. Yalnızca erkekler şu sorulara yanıt arayabilirler: Uzun süreli bir ilişkiden sonra evlilik kararı aldığınızda bu sizi korkutuyor mu? Kız arkadaşınız aniden hamile olduğunu söylese nasıl tepki verirsiniz? Gençliğinizde elinizden kaçırdığınız sevgiliniz gibi başka birini sevemiyorsanız, bu konuda yeni bir aksiyon alır mısınız? Kadınlarla ilişkileriniz berbatsa ve asla bir ikinci bir randevunuz olmuyorsa, nereye kadar çabalarsınız? Eski karınızı psikopatlık boyutunda kıskanıyorsanız, nereye kadar ilerlersiniz?

Filmin yazarı ve yönetmeni benzeri filmlerle tanınan Simon Verhoeven (Sonuçta bir Tom Tykwer değil kendisi). Daha sonra devam filmi çekilen (2011) Men in the City'yi izlemek için değerli vaktinizi harcamanızı pek tavsiye etmem ancak eğlenceli bir film olduğunu kabul etmek gerek.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Beşinci Element (The Fifth Element) - 1997

Bu filme yapılan göndermelerle sık sık karşılaşmışızdır. Filmi izlerken 1997 yapımı olduğunu bilmiyordum, bu nedenle "tam oturmamış senaryo" "klişe mekan & tasarım" vb. yorumlar yaptığımı anımsıyorum :). Şu an sözlerimi geri aldım, zira anladığım kadarıyla izlediğim diğer filmler Beşinci Element'in taklidi. Film hakkında konuşmadan önce bir konuya değinmek isterim, bilindiği üzere felsefenin doğduğu andan bu yana dünyayı var eden dört element olduğu kabul edilir: ateş, hava, toprak ve su. Tabi ilerleyen çağlarda felsefeden koparak farklı bir disiplin oluşturan kimyadan farklı olarak bu dört element "temel unsurlar" olarak değerlendirilmiş ve ayrı bir beşinci elementin varlığı varsayılarak hakkında fikirler üretilmiştir. Filmde de aynı şekilde vurgulanan şey beşinci elementin yaşamın özünü taşıyan ve bildiğimiz maddelerden farklı olan ulvi bir varlık olmasıdır. Film 2200'lü yıllarda geçmektedir ve teknolojik olarak dünya çok ilerdedir (uçan arabalar filan). Saf kötülüğün dünyadaki varlığı yok etmek istemesiyle ortaya çıkan tehlikenin bertaraf edilmesinin tek şartı "beşinci element"tir. Dünyaya bir şekilde ulaşan beşinci elementin taşıyıcı varlığı Leeloo'nun (Milla Jovovich), eski bir asker olan taksi şoförü Korben Dallas'a (Bruce Willis) rastlamasıyla, Korben de kendini bir kovalamacanın içinde bulur. Bütün amaç beşinci elementin nasıl çalıştığını bularak dünyayı kurtarmaktır.

Eski Yunan filozofları beşinci elementin normal madde özelliklerine sahip olmayan bir bilinmez olduğunu kabul ederler. Simyacıların "mükemmel kaynaşma özelliğine" sahip olduğuna inandıkları bu element aynı zamanda beden ile ruh arasında aracılık görevi de yürütmektedir. Filmde "mükemmel" olarak tarif edilen beşinci element belki de Türk mutasavvıfların dediği gibi "sevgi"dir.

Filmin yönetmeni "Lucy" filminin de yönetmenliğini yapmış olan Fransız yönetmen Luc Besson'dur. 1998 yılında en iyi efekt dalında oscara aday gösterilen filmde kullanılan kostümlerin tasarımı Fransız modacı Jean-Paul Gaultier tarafından tasarlanmıştır (950'den fazla kostüm kullanılmıştır. Filmi izlerseniz sıradışı kostümlerin farkına varacaksınız). Bilim-kurgu alanında öncü filmlerden kabul edilen filmi bu türün sevenleri arasında muhtemelen izleyen kalmamıştır ancak varsa tavsiye ederim :). İyi seyirler!
 
LeeLoo: Everything you create, you use to destroy.
Korben Dallas: Yeah, we call it human nature.

2 Ocak 2015 Cuma

Yaşam Şifresi (Source Code) - 2011

Bilim kurgu alanında izlediğim başarılı filmlerden biriydi. Bilim kurgu filmlerinde geçen kavramlar ve kuantum fiziği konusunda daha fazla bilgisi olan insanların filmi daha çok seveceklerini düşünüyorum ancak benim filmin sonunda pek çok sorum oluştu (henüz cevaplardan tatmin olamadım). Yine de oldukça akıcı ve merak uyandırıcı bir film olduğunu kabul etmek gerek. Film bir sabah hızlı trende ve başkanının vücudunda uyanan Yüzbaşı Colter Stevens (Jake Gyllenhaal)'in bu duruma anlam vermeye çalışmasıyla başlar. Bu süreçte (8 dk sonra) trende büyük bir patlama yaşanır ve herkes ölür. Bu patlamadan sonra uzay mekiğine benzer bir kapsülün içinde ve kendi vücudunda uyanan Colter bir süre sonra hükümetin "Source Code" adını verdiği bir proje gereğince trene gönderildiğini ve asıl amacının patlamaya neyin sebep olduğunu bularak sonraki patlamaları engellemek olduğunu anlar. Colter tekrar tekrar trene bu 8 dakikayı yaşamak için gönderilir ve amacını gerçekleştirmek için zamanla yarışmak zorunda kaldığı bir mücadeleye girer. "Source Code" projesine göre, kişiler öldükten sonra hayatlarının son 8 dakikası bir şekilde silinmemektedir, Source Code projesi ile bu 8 dakikaya (paralel evrende devam eden bir 8 dakika) gidilerek olayın çözümlenmesi amançlanmaktadır. Ancak bir yanlış anlaşılma olmasın, geçmişe gidilemediği için gerçekleşmiş olay (patlama) engellenemeyecektir. Umarım anlaşılır olmuştur.

Filmin yönetmeni "Moon" filmi ile tanınan Duncan Jones ve oyuncuları Jake Gyllenhaal, Michelle Monaghan (Christina) ve Vera Farmiga. Bilim kurgu filmlerden hoşlanan kişilere filmi izlemelerini tasviye ediyorum. Ayrıca filmin sonu hakkında mantıklı bir yorum yapabilirlerse memnun olurum :). İyi seyirler!

"Sizi bilmem ama türün başarılı örneklerinin mumla arandığı günlerde bilim-kurgu hayranlarının Duncan Jones gibi bir isme ihtiyacı var. 2001 göndermeleriyle dolu gayet etkileyici bir klonlama fabl olan ilk filmi Moon'dan sonra "David Bowie'nin oğlu" kimliğini üzerinden atmayı başarıp sinemanın en yaratıcı genç isimlerinden biri olarak kendinden bahsettiren Jones, Yaşam Şifresi gibi klasik bir bilim-kurgu senaryosu için gayet yerinde bir seçim." http://www.beyazperde.com/filmler/film-175053/elestiriler-beyazperde/

Colter : Yaşayacak bir dakikadan az bir zamanın olduğunu bilseydin, ne yapardın Christina?
Christina : O anların tadını çıkarırdım.
Colter : Ben seni tekrar öperdim.
Christina : Tekrar mı?