30 Aralık 2014 Salı

2014 En İyi 25 Filmi

2014 yılını bitirdiğimiz şu günlerde, hem geçtiğimiz yılı bir gözden geçirmek (sinema alanında) hem de yeni filmler öğrenmek adına Empire Dergisi tarafından 2014'ün en iyi 25 filmi ilan edilen eserleri sizinle paylaşmak istedim. Aynı fikirde olabilirsiniz, olmayabilirsiniz de (zaten kaynağım da çok sağlam değil) ancak yine de bu listeye bir göz atın derim. Bu arada  Empire 1989 yılından bu yana yayınlanan ve İngiltere'de en çok satan sinema dergilerinden biridir. Her yılın sonunda veya belirli dönemlerde (çeyrek yüzyıl, son 10 yıl, son 100 yıl vb.) "en iyiler" listesi hazırlamasıyla bilinir :). Yandaki linkten Empire Dergisi tarafından "masterpiece" (başyapıt) olarak kabul edilmiş fimlerin bir listesini görebilirsiniz (http://en.wikipedia.org/wiki/Empire_(film_magazine) 2014 için hazırlana listeden incelediğim kadarıyla 7 tanesini izlemişim. Eğer siz de bu filmler hakkımdaki yorumları merak ediyorsanız aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz. Diğer filmler için:  http://onedio.com/haber/empire-dergisine-gore-2014-un-en-iyi-filmi-420512 Empire listesine göre:

15. Interstellar http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/12/interstellar.html

14. Gone Girl http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/12/kayp-kz-gone-girl-2014.html

13. X-MEN: Geçmiş Günler Gelecek http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/06/x-men-gecmis-gunler-gelecek-2014.html

12. Kaptan Amerika: Kış Askeri http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/04/kaptan-amerika-ks-askeri-2014.html

6. Edge of Tomorrow http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/12/yarnn-snrnda-edge-of-tomorrow-2014.html

4. Inside Llewyn Davis http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/02/sen-sarkn-soylerken-inside-llewyn-davis.html

3. The Wolf of Wall Street http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/03/the-wolf-of-wall-street-2013.html

28 Aralık 2014 Pazar

Son Umut (The Water Diviner) - 2014

Bu filmi izlememizin ten nedeni Türk oyuncuları filmin ana ekseninde yer alması ve pek çok anlamda "bir Osmanlı hikayesi" olmasıdır. Tamamen olmasa da "onlar"ın bizi nasıl gördüğü üzerine üzerine kurgulanmış bir film ortaya çıkmış. Aslında -şahsi kanaatim- çok güzel bir film sayılmaz ve hikayenin pek çok kopuk noktası (en azından benim yanıt bulamadığım sorular) vardı ancak izlenebilir bir film. Russell Crowe (Joshua Connor) filmde üç oğlunu Çanakkale'ye (Gallipoli) savaşa göndermiş olan Avustralyalı bir çiftçi rolünde. Savaştan dört yıl boyunca dönmeyen oğullarının acısına dayanamayan karısını da kaybeden Connor, oğlullarını (ölü ya da diri) bulabilmek için Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a doğru yola çıkar. Buradan sonrası İstanbul-Çanakkale arasında başlayıp, Anadolu'nun farklı yerlerinde süren acı bir yolculuk olacaktır. Bir Anzak torunu olduğunu ifade eden Russell Crowe (doğum yeri Yeni Zelanda'dır) hikayenin yazımında döneme ait bir mektuptan esinlendiklerini belirtmektedir. Ayrıca filmin senaryo yazarlarının Türk kültürü ve yakın tarihimiz ile yakından alakadar olarak filmi kaleme aldıkları şeklinde açıklamalarda bulunmuşlardır. Filmi "muhteşem" bulmasam da, bu konuda hakkını vermek lazım: Dönemin bakış açısı, İstanbul denince akla gelen mistik atmosfer ve Dünya tarihinde yer bulmadığını düşündüğüm (yalnızca Türk tarihinde anlatılan) detaylar filmde aktarılmış.
 
"Empati yapmak" ve "Önyargılardan kurtulmak" mesajlarını vermek adına başarılı bir film olmuş. Russell Crowe'un ilk yönetmenlik denemesi olduğu için diğer eksiklikleri de (şimdilik) göz ardı edebiliriz, nihayetinde Türkiye için önem arz eden bir film olduğu düşüncesindeyim. Binbaşı Hasan roülnde Yılmaz Erdoğan'ın veya yardımcısı Cemal'in (Cem Yılmaz) çok iyi oyunculuk çıkardığını söylemesem de, kalender duruşları sempati duymamı sağladı bu nedenle başka yorum yapmayacağım :).
 
– Belki ona yardım edebiliriz.
– Oğullarını bulma şansımız olmadığını biliyorsun.
– Oğlunu aramaya gelen tek baba o… (...He is the only father who came looking.)

15 Aralık 2014 Pazartesi

Kayıp Kız (Gone Girl) - 2014

Belirtmek gerekirse beklediğimden çok farklı bir filmle karşılaştım. Nedenini bilemesemde, biraz daha fantastik veya psikolojik gerilimi ağır basan bir film izleyeceğimi düşünmüştüm ancak karşımda daha hareketli ve polisye-gerilim bir film buldum. Yine de söylemek zorundayım, filmi beğendim ve oldukça özgün olduğunu düşünüyorum. Filmin tanıtımlarında yazdığı ve afişinden de belli olduğu üzere, bir sabah ortada bir şey yokken ortadan kaybolan bir kadın var.: Amy (Rosamund Pike). Aynı gün Nick (Ben Affleck) öğleden sonra eve geldiğinde evde bir tuhaflık hisseder, cam sehpa kırıktır ve eşi ortada yoktur. Polise haber verilir ancak olay yerindeki tuhaflık dikkatli bir polisin gözünden kaçmaz. Bununla beraber, Nick'in Amy'i aldattığı ve kötü davrandığı iddiaları almış başını yürümüştür. Amy'nin kocasıyla olan mutsuz ilişkilerini anlattığı günlük de polisin eline geçince, Nick karısının kaybolmasından bir numaralı şüpheli olur. Nick masum olduğu konusunda ısrar etse de çevresi yalanlar ve ihanet ağlarıyla kuşatılır. Amy'nin hayatta olup olmadığı büyük bir muammadır. Amy'nin bir zamanlar çocuk kitaplarına ilham veren bir karakter olması basının da işin içine girmesine sebep olur. Artık tüm medyanın sıkı takip ettiği bu olay sakladığı gizem ile beraber Nick'in ve polisin kontrolünden çıkar. Karakterlerin içinden çıkan bambaşka karakterlerle beraber, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını film bitince bir kez daha anlıyorsunuz.

Gillian Flynn'in bestseller romanından uyarlanan bu film bazı yorumlara göre kitaptaki her detayı veremese de, oldukça başarılı bir kitap uyarlaması olarak kabul edilmiş muhteşem bir gerilim filmi. Filmin modern medyaya fırlattığı sert iğnelemeler ve medyanın nasıl çabucak bir insanı melek veya şeytan durumuna koyabildiğini, ustaca elden geçirilmiş bir performansın gerçekler karşısında ne kadar güçlü olabileceğini eforsuzca betimlemesi de gözlerden kaçmıyor.

Filmin yönetmeni "Dövüş Kulübü", "Zodiac", "Panik Odası", "Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi" ve "Ejderha Dövmeli Kız" gibi tanınmış ve oldukça sevilen filmlerin de yönetmenliğini yapmış olan David Fincher. Elbette, Fincher'in bazı filmleri gibi kült olmasa da, eğer izlemediyseniz en azından bir kere izleyin derim!

- Evliliğin nasıldı Nick?
– Karımı öldürüp öldürmediğimi mi soruyorsun?

13 Aralık 2014 Cumartesi

Interstellar (Yıldızlararası) - 2014

Sosyal medyada, televizyonda ve gazetelerde bu film hakkında pek çok yorum yapıldı, film çok beğenildi. Bu nedenle YıldızlarArası uzun süredir izlemek istediğim ve merak ettiğim bir filmdi. Öncelikle belirtmek isterim ki, sahip olduğum genel kültür bilgisiyle bu film hakkında derinlemesine yorum yapabilmem oldukça zor. İçerdiği teknik bilgiler filmi alıştığımız bilim-kurgu filmlerinin daha da ötesine götürdüğü için ben filmden anladığım kadarından söz edeceğim. Filmin kahramanı eski bir pilot olan ve elektronik aletler hakkında teknik bilgisi oldukça yüksek olan Cooper (Matthew McConaughey) iki çocuğu ile beraber mısır tarlalarında üretim yapmaktadır. Bir şekilde (böyle diyorum çünkü bu noktanın üzerinde durulmuyor, asıl önemli olan bundan sonra insanlığın aradığı çareler) dünyanın sonu gelmekte ve açlık vb. sorunlar için insanlar ağırlıklı olarak çiftçilikle ilgilenmektedir. Cooper kendisi gibi metafiziksel konuları çabuk kavrayabilen kızı Murph'un de yardımıyla evlerinde tuhaf şeyler yaşandığını tespit eder (yer çekimi olduğunu tahmin etmektedir). İşaretlerin peşini bırakmayan Cooper'ın karşısında bir anda beklemediği şekilde eski kariyerini gerçekleştirebileceği bir fırsat çıkar. Hem çocuklarının geleceği hem de insanlığın kaderi olduğuna inandığı bu fırsatı değerlendiren Cooper, dünyanın geleceği için henüz tanımlayamadığı güçler tarafından galaksiye yerleştirilen solucan deliğinden geçerek önemli bir projeyi gerçekleştirmeye çalışacaktır.
 
"Bunun dışında senaryonun hiçbir başka detayına dokunmak istemediğim için Yıldızlararası’nı geçmiş Nolan sinemasının tekniği ile kıyaslayacağım. İlk olarak daha önce teknik bakımdan mükemmel olmasına rağmen hikaye bakımından fazla klinik ve soğuk bir havaya sahip olduğuna dair eleştiriler alan Nolan, Yıldızlararası ile teknik bakımdan en karmaşık yapımını inşa etmenin yanında kariyerinin en duygusal filmini de ortaya koyuyor. İnsan olmanın hem evrenin genişliği ve bilinmezliği ile, hem de sevginin ve inancın gücü ile bağlantısını McConaughey ve kızı arasındaki ilişki ile bir arada tutmayı başarıyor Nolan."

Özellikle bilim-kurgu türünü sevenlerin ve uzay üzerine üretilen teoriler konusunda bilgisi olan kişilerin bu filmi çok seveceğinden eminim. Zaten daha fazla bir şey söylemek anlamsız zira ilgisi olan herkes tarafından filmin çoktan izlendiği kanaatindeyim :). Filmin yönetmeni Prestij filminden ve Kara Şövalye serisinden tanıdığımız Christopher Nolan ve oyuncu kadrosunda Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain, Matt Damon ve Michael Caine gibi isimler yer almakta. Bilimkurgunun yanı sıra insani unsurlar da (sevgi, inanç ve yaşama iç güdüsü) içeren filmin senaryosu Fizikçi Kip S. Thorne'nun evrendeki 'Solucan Delikleri' teorisinden ilham alınarak hazırlanmış. Hepinize iyi seyirler!

10 Aralık 2014 Çarşamba

Yarının Sınırında (Edge of Tomorrow) - 2014

Bazen kendi kendime eleştiriyorum filmi izlemeden, bu nasıl isim diye? Filmi izleyim konulan ad ile filmin özgün adı arasında bağ kurmaya çalışıyorum. Bu filmde de aynı şeyi yaşadım, Edge of Tomorrow, ne olabilirdi? İzledikten sonra diyebilirim ki hikaye ile bu kadar bütünleşen, hikayeyi bu kadar iyi yansıtan bir isim daha görmedim sanırım :). Bazen senaryolar birbirine benzese de veya ilgi çekmesi için araya aşk vb. unsurlar serpiştirilse de ben bilimkurgu filmlerini izlemekten oldukça zevk alıyorum. Bu filmde bilimkurgu/aksiyon filmlerinin alışılmış siması Tom Cruise Binbaşı Bill Cage rolüyle yine karşımızda. Ancak alışılmışın aksine bu kez kendine güvenen tecrübeli bir asker değil (binbaşı rütbesine bakmayın, şişirilmiş rütbesiyle ordunun sözcüsü, halka gösterilen yüzü ve aslında reklamcı). Dünyayı istila eden Mimics adlı uzaylı birliği ile dünyada hiçbir ordu baş edemeyince, ordular tüm güçlerini birleştirip son bir taarruza geçerler ve Binbaşı Bill Cage'da kendini bir anda bu savaşın içinde bulur. Dünyanın sahip olduğu güç ve teknoloji Mimics ile başa çıkmak için yeterli değildir, özellikle de, uzaylıların telepati yoluyla emir alıp vererek her şeyi önceden biliyormuş gibi hareket ediyor oldukları düşünülürse! Ya da aslında biliyorlar mı? Tahmin edileceği üzere, Bill Cage için bu savaş tam anlamıyla bir intihardır ve kısa süre içinde ölmesi sürpriz olmaz. Ancak ters giden bir şey vardır: Cage bir anda kendini her gün yeniden başlayan bir döngünün içinde bulur (aslında bu cehennem olmalı). Kendisini tek anlayacak kişi, bu döngüyü daha önce yaşamış olan "Verdun Meleği" Rita'dır (Emily Blunt).

Senaryo bir açıdan1993 yapımı "Bugün Aslında Dündü" filmini anımsatsa da, tür ve sahneler açısından oldukça farklı bir film ortaya çıkmış. Pek çok izleyicinin de belirttiği gibi, film tam bir bilgisayar oyunu! Ölüyorsun, baştan başlıyorsun, gidebildiğin yere kadar gidip, ölürsen yine baştan...

Filmin başrollerini Tom Cruise, Emily Blunt ve Bill Paxton paylaşıyor ve filmin yönetmenliğini "Geçmişi Olmayan Adam" ve "Bay & Bayan Smith" filmleriyle tanıdığımız Doug Liman yapıyor. "Aksiyonu çözmüş bir sinemacı olan Doug Liman zanaatkar bir yönetmen olarak ortaya türün meraklısı olmayanları bile cezbedecek, gerçekten sıkı bir bilim kurgu aksiyonu çıkarmış." Eğer bilimkurgu filmlere ilgili duyuyorsanız, izlemenizi tavsiye ederim!

"Geleceği bilen bir düşman asla yenilmez."

4 Aralık 2014 Perşembe

The Maiden Heist - 2009

Vasatı aşmayan bir film olduğunu inkar edemesek de, soygun filmi (aksiyon) sevenler için oldukça değişik bir film olduğunu kabul etmek gerekiyor. Filmin en büyük başarısı, değerli oyuncuları bir araya getirmiş olması olabilir, zira pek çok anlamda filmi Morgan Freenman ve Christopher Walken götürüyor diyebiliriz. Filmde bir müzede güvenlik görevlisi olarak çalışan Roger (Christopher Walken) "The Lonely Maiden" isimli güzel bir kız resmi olan tabloya tutkuyla bağlıdır. Aynı şekidle müzenin farklı birimlerinde görevli olan George (William H. Macy) bir Yunan savaşçıyı tasvir eden heykele ve Charles (Morgan Freeman) da içinde kedi ve olgun bir kadın olan tabloya tutkundur. bir gün müzenin bu bölümünde yer alan eserlerin Danimarka - Kopenhag'a taşınacğaı haberi gelir. Bu haber üzerine karalar bağlayan bu üç sevimli güvenlik görevlisi, çılgınca bir plan yaparlar ve eserlerin aslıyla ayırt edilemeyecek kopyalarını yaptırıp, eserleri çalmaya karar verirler. Böylece neredeyse kendilerini hayata bağlayan amaçtan kopmamış olacaklardır. Ancak tahmin edileceği üzere, bu kadar yüksek güvenlikli bir yerden eserlerin çalınması veya değiştirilmesi de pek o kadar kolay değildir. Bu mücadele belki de gerçek tutkunun ne olduğunu keşfetmelerine de yarar, kimbilir?

Filmin yönetmeni genelde komedi filmleriyle bilinen ve "Confession" ve "Garfield" filmlerinin de yönetmenliğini yapmış olan Peter Hewitt. Filmde sözü edilen The Lonely Maiden veya diğer kedili tablonun gerçekten var olup olmadığıyle ilgili bir tespit yapamadım ancak anladığım kadarıyla modern ressamların film için ürettikleri tablolar olsa gerek.

Ayrıca film bana Ferdinand von Schirach'ın "Suç" isimli kitabında yer alan hikayelerden birini anımsattı: Diken isimli bu hikayede, Almanya'da bir müzede güvenlik görevlisi olarak çalışan Feldmayer'ın yerini değiştirmeyi unutmaları üzerinde, ayağından diken çıkaran bir heykelden etkilenerek, akıl sağlığını kaybetmesi anlatılmaktadır. The Maiden Heist'deki güvenlik görevlileri (Feldmayer kadar tehlikeli olmasalar da) en az onun kadar deliler :).

1 Aralık 2014 Pazartesi

John Wick - 2014

Aslında Interstellar'ı izlemek istemiştik ancak Cinemaximum'da her zamanki gibi bir sistemsel bir sorun olduğunu görünce, en yakın seans olan bu filmi izledik. Fimi beğendim bu arada, her ne kadar klişe olsa da, film oldukça sürükleyiciydi. Aksiyon filmlerine çok yakışan ve olgunlaştıkça daha da çekici olmaya başlayan Keanu Reeves'in başrolünde oynadığı "John Wick" yavaş başlayıp hızlı ilerliyor. Filmde uzun yıllar mafya tetikçisi olarak çalışmış ve sonrasında durulmaya karar vererek emekliye ayrılmış John Wick'in tekrar başa saran hayatı anlatılıyor (Belki de Rus Mafyasının başındaki Viggo Tasarov'un dediği gibi, geçmişten kaçış yoktur, bir kez elini verirsen kolunu kaptırırsın). Emekli olduktan sonra sevdiği kadınla evlenen ve -hak etmediğini düşündüğü kadar güzel beş yıl geçiren- John Wick, karısının hastalanması ve ani ölümü ile yalnız kalır. Karısının kendisine son hediyesi olan yavru bir köpek sayesinde içinde yaşamak için yeniden bir umut beliren John, arabasına göz koyan mafya babası Viggo Tasarov'un şımarık oğlu Josef Tasarov'un son umut kırıntısını da yok etmesiyle kendisini yeniden olayların içinde bulur. Bu kez eskisinden farklı olarak intikam hırsıyla hareket ettiği için (güdülenmek için en etkili sebep) dikkatini tek bir noktaya odaklayacaktır. Salt aksiyondan daha fazlasını içerdiği için yavan olmayan bu film hakkında en güzel yorumu filmi tek başına götüren Keanu Reeves yapıyor: Aksiyon filmlerinin duygusal yönü olmasını seviyorum. Sadece şov olmaktan çıkıp bir hikâye anlatıyor.

Filmde en çok dikkatimi çeken noktalardan birisi John Wick'in lakabıydı (iki dilde lakabı var ilginç): Boogeyman! Türkçeye "öcü" olarak çevrilen bu kelime gerçek anlamıyla da bu. Ancak izleyenlerin dikkatini çekti mi bilmiyorum ancak bir yerde Viggo Tasarov John'u "Baba Yaga" olarak adlandırıyor. Baba Yaga, Sandman serisinin 6. kitabında Rus steplerinde geçen fantastik bir öyküde bahsedilen bir karakter olduğu için bu ifade benim ilgimi çekti: Baba Yaga Slav mitolojisinde cadı evya büyücü karakterdir, deforme olmuş bir vücudu vardır ve istediğinde kötülük getirir. John Wick'e yakışmayan tarafı, asıl hikayede Baba Yaga'nın aslında bir "kadın" olmasıdır. Neyse, bunlar önemsiz detaylar.

Filmin yönetmenliğini David Leitch ve Chad Stahelski beraber yapıyor. Daha önceki kariyerleri dublörlüğe dayanan ikilinin hiç de fena olmadığını söyleyebiliriz, her ne kadar film yer yer bilgisayar oyununu anımsatsa da :).

- Tekrar işe mi döndün?
– Hayır, sadece birkaç işi yoluna koyacağım.