30 Mart 2015 Pazartesi

Wild Tales (Asabiyim Ben) - 2014

"Asabiyim Ben" (Relatos Salvajes) altı farklı kısa hikayeden oluşan bir film, ve ortak özellikleri "asabiyet öyküleri" olmasında toplanabilir. Aldatmak, aşk acısı, haksızlık, hesaplaşma vb. konular işlense de, ortak payda öfkenin hüküm sürdüğü bağımsız birey öyküleridir (hatta neredeyse günlük hayatta yaşadıklarımızdan izler bulabilirsiniz). Eğer hayatınızı mahveden insanların (size kafayı takan ve okulu bırakmanıza sebep olan bir profesör, aldatan bir sevgili, güveninizle oynayan bir psikiyatr ya da ailenizi dağıtıp her şeyinizi elinizden alan bir yerel yönetici) tümünün kaderi elinizde olsa ne yapardınız? Sonuçta herkesin kendisini çok üzen kötü kalpli insanları bir balona doldurup kutuplara yollamak gibi bir hayali olmuştur diye tahmin ediyorum. Yolda sizi taciz eden asabi bir sürücüyü mesela ezip geçmek istemediniz mi? Hiçbir uyarı olmayan bir sokakta arabanızın çekilip ayrıca bir de yüklü bir park cezasına maruz kalsanız kime itiraz ederdiniz? Ya da, düğün gecenizde sevgilinizin sizi aldattığını öğrendiğiniz kişinin de davetliler arasında olduğunu öğrendiğinizde ne yapardınız? Bu hikayelerin gerilim ve dramatik tavırlarında aldanmayınız, yeri geldiğinde eğlenceli bir film, yani sizi bunaltmadan ilerleyen bir konusu var (yine de bazılarında politik etkiler de var, bilginiz olsun). Hikayelerin her birisi birbirinden ilginç ancak benim favorim filmi başlatan uçak hikayesiydi. Siz de izleyip kendi hikayenizi seçebilirsiniz.

Film Arjantin&İspanyol ortak yapımı, ve yönetmenliğini Arjantin'de bir dönem ünlü olan "Hermanos y Detectives" dizisiyle tanınan Damian Szifron yapıyor. Ünlü yönetmen Pedro Almodovar'ın da filmin yapımcılığını üstlenmiş olması da izlemenize bir sebep olabilir :). Bununla beraber, bazı eleştirmenler tarafından filmin Steven Spielberg'in yönetmenliğini yaptığı Amazing Stories (1985) adlı diziden ilham alınarak çekildiği yönünde yorumlar da yapılmış. Belki bu seriyi de izlemek istersiniz.

"Bizim ülkemiz böyle işte. Herkes böyle adamların hak ettiklerini almalarını istiyor ama kimse parmağını kımıldatmıyor. Kendinle gurur duy çocuğum. Şu acınası hayatında ilk kez dişe dokunur bir şey yapıyorsun."

"Ama ailen dışında her şeye öncelik veriyorsun. Bir gün değişeceğini düşündüğüm için salak olan benim. Ama ne var biliyor musun? Toplum değişmeyecek. Sen de değişmeyeceksin. "

Pedro Almodovar Hakkında:
http://sinemubi.blogspot.com.tr/2013/12/pedro-almodovar.html

All About My Mother:
http://sinemubi.blogspot.com.tr/2013/12/all-about-my-mother-1999.html

29 Mart 2015 Pazar

Predestination (Alın Yazısı) - 2014

IMDb puanı yüksek olduğu için izleyici çeken bir film ancak her izleyende aynı etkiyi bırakırmı bilemiyorum. Filmin insanı içine çeken bir havası var ama bir süre sonra anlamaya çalışmaktan çok yorucu bir hale de geliyor. Filmde olaylar sıra dışı bir hikayesi olduğuna inanan ve "Evlenmemiş Anne" (Unmarried Mother) rumuzuyla köşe yazarlığı yapan John'un bir barda barmene hikayesini anlatmasıyla başlıyor (1970 yılı). Nasıl olup da kadın bakış açısıyla yazılar yazdığını ve yaşadığı mutsuz ve sefil hayatın sebeplerini barmene uzun uzun anlatan John gecenin sonunda çok ilginç bir teklifle karşılaşır. Aslında bir "Zamansal Ajan" olan barmen, John'a hayatını mahveden adamı karşısına çıkarma teklifi sunar: What if I could put him in front of you? The man that ruined your life. If I could guarantee that you'd get away with it, would you kill him? Zamansal ajanın asıl amacı John ile birlikte geçmişe giderek New York'ta 1975 yılında meydana gelen ve pek çok kişinin ölümüne sebep olan "Fiyasko Bombacısı"nı yakalamaktır (film bu yönüyle Azınlık Raporu'na benziyor). Barmenin bu teklifini hiç düşünmeden kabul eden John, geçmişe (gençlik yıllarına; Nisan 1963) gittiğinde büyük bir sürprizle karşılaşacaktır. Tabi bu arada seyircinin de zihni allak bullak oluyor, olayları ve kişileri takip etmek isterken yoruluyorsunuz. Ama filmin sonuna doğru biraz daha netleşiyor hikaye (Bazı yorumlarda bu yönüyle film "Looper"a benzetiliyor).
 
Bilimkurgu bir hikaye olduğu için diğer filmlerle benziyor olması normal ancak filmde mantık hataları olduğunu kabul ediyorum. Yine de "paradoks" üzerine kurgulanan bir hikayede mantık hataları peşinde koşmamak gerekir, zira bir döngünün ("loop") ilk seferi her senaryoda mantıksızdır/çatışmadır. 2014 yılı Avustralya yapımı olan filmin yönetmenliği "Vampir İmparatorluğu" filmi ile tanınan (bu filmde de yine Ethan Hawke ile çalışmışlardır) Michael Spierig & Peter Spierig kardeşler yapıyor. Filmin oyuncuları Ethan Hawke, Sarah Snook ve Noah Taylor gibi yüzüne aşina olduğumuz ancak yakından tanımadığımız oyuncular.

"The Unmarried Mother: Let's face it. Nobody's innocent. Everybody just uses everybody else to get what they want."

23 Mart 2015 Pazartesi

Ray - 2004

Amerikalı piyanist, ritim ve blues ustası Ray Charles Robinson'un hayatını anlatan bu film biyografi türünü seviyorsanız izlenmesi gereken filmlerden. Her kulağın aşina olduğu "Hit the Road Jack" ve "Unchain My Heart" şarkılarının sahibi (vokalisti) Ray Charles'in Albany'de başlayan sefil hayatının ünlü bir Country & Jazz & Blues sanatçısı olma yolundaki hikayesinin filme çekildiği "Ray" piyasaya çıktığı 2005 yılında da yılın en çok konuşulan filmlerinden birisi olmuştur (sanırım buna Ray Charles'ın 2004 yılında vefat etmesi sebep oldu). Çamaşırcılık yapan annesi ve küçük erkek kardeşiyle şehrin banliyösünde yaşayan Ray, kardeşinin ölümü ve geçirdiği bir göz rahatsızlığı sonucu hem fiziksel hem de vicdani olarak yara alır. Yedi yaşında kör olan Ray (bazı kaynaklar siluetleri görebildiğini belirtmektedir) annesinin disiplinli eğitimi sonucu umudunu kaybetmez ve hayatının karşısına çıkardığı engellerle savaşmayı öğrenir. Hayata tutunma ve insan idare etmeyi öğrenen Ray, zamanla dünyanın en özgün ve tanınan müzisyenlerinden biri haline gelecektir. Diğer sanatçılardan daha farklı tarzıyla bilinen Ray Charles'ın en büyük avantajı -muhtemelen- kör olmasıdır. Zira yaşadığı bu engel sonucu kulağı ile (işitme duyusunu kullanarak) hayatı algılamayı öğrenen Ray, duyduğu her şeyi taklit edebilme yeteneğini de geliştirmiştir. Bu yöntem ile kendi tarzını oluşturmuş ve oldukça da beğenilmiştir. Ray Charles'i keşfeden ve piyasaya tanıtan kişi Atlantic Records'un sahibi ünlü iş adamı Ahmet Ertegün'dür (adını ilk olarak Ayşe Kulin'in "Adı:Aylin" romanında duymuştum). Ahmet Ertegün "Led Zeppelin", "Aretha Franklin" gibi isimleri de müzik dünyasına kazandıran öngörülü ve çok yönlü bir kişiliktir, hatta neden yeterince tanımıyoruz bilmiyorum ama hayatı film olabilir (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Erteg%C3%BCn).

Filmin yönetmeni "Şeytan'ın Avukatı" ve "Yaşam Kanıtı (Proof of Life)" filmleriyle tanınan Taylor Hackford; Ray charlesi rolünü "Django Unchained" filmiyle tanıdığımız Jamie Foxx üstleniyor. Zaten filmi izlenebilir kılan da Jamie Foxx'un performansı, yıllarca uyuşturucu bağımlısı olarak yaşayan Ray'in çaresiz hallerini başarılı bir şekilde canlandırmış. Ancak dikkatimi çeken bir husus da, Amerika'da siyah-beyaz ayrımcılığının en keskin olduğu dönemlerde siyahi bir şarkıcı olan Ray Charles'ın bu durumdan etkilenip etkilenmediği veya politik tavrının tam olarak ne olduğu biraz havada kalıyor, hayatını okumadım ancak film bu konuda yeterli değil. Yine de, pek çok ödüle aday gösterilen (ve bazılarını kazanan) film soundtrack müzikleriyle izlemesi keyifli bir hikayeye dönüşüyor, merak ediyorsanız tavsiye ederim!
 
"Müzik ancak hissedebiliyorsam gerçektir / If I feel the music, that means it's real"

Django Unchain:
http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/04/django-unchained.html

16 Mart 2015 Pazartesi

Keskin Nişancı (American Sniper) - 2015

Bu filmle ne amaçlandı bilmiyorum ama Clint Eastwood'un pek çok hayranını hayal kırıklığına uğrattığı kesin! Filmin Batı toplumunu hedef alarak hazırlandığını rahatlıkla söyleyebilirim zira pek çok açıdan Ortadoğu insanına hitap etmiyor (ya da edemiyor). Militarist ve opportunist bir bakış açısıyla bu kez izleyicinin biliç altına işlenmeye çalışılmıyor, gayet açık bir şekilde Amerikan propagandası yapılıyor. Tabi her şeyden önce bunun bir film olduğunu ve ifade özgürlüğü kapsamında hazırlandığını kabul etmek gerekiyor (Sonuçta sen de Kurtlar Vadisi Filistin diye bir film yapmıştın, unuttun mu?). Film ABD ordusunun ünlü keskin nişancısı Chris Kyle'ın hayatını, daha doğrusu görevdeki yıllarını anlatıyor (1974-2013). Filmin senaryosu Amerika'nın 2003 yılındaki Irak işgali sırasında keskin nişancı olarak orduda görev alan ve resmi rakamlara göre Amerikan askerlerini korumak için 160 kişiyi öldüren Chris Kyle'ın otobiyografik kitabından esinlenilerek oluşturulmuş. Kyle'in işgal yıllarında görevini icra ederken yaşadığı ikilemler ile görev sonrası yaşadığı psikolojik sorunlar anlatılırken izleyici bir anlamda empati yapmaya itiliyor. Ancak iki taraftan objektif bakan bir film olmaması sebebiyle bir Ortadoğulu olarak bu filme Amerikalılar gibi bakamayacağımız kesin. Bununla beraber, Chris Kyle karakterini canlandıran Bradley Cooper'in iyi bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Ayrıca çatışma sahneleri ve virane şehirler de filmde gerçeğine uygun olarak tasarlanmış. Köklü bir tarihi olmayan Amerikan halkının bu şekilde bir "kahraman"a da ihtiyacı olduğu açık, bu nedenle ezilen bir halkın topraklarını işgal eden ordunun keskin nişancısı, elbette ki "kahraman"dır.

"Milyon Dolarlık Bebek", "Iwo Jima'dan Mektuplar" ve "Changeling (Sahtekar)" filmlerinden sonra Clint Eastwood bu film ile biraz eleştirilecek gibi duruyor ancak ben yine de Hereafter filmini izleyeceğim :). Yine de ilginizi çektiyse, başrollerinde Bradley Cooper ve Sienna Miller'ın yer aldığı bu filmi de otobiyografik bir film gibi düşünerek izleyebilirsiniz. Sonuçta bu film dünyada büyük bir ticari başarı yakalamış, Amerika'da film eleştirmenleri tarafından oldukça olumlu eleştiriler almış ve 87. Akademi ödüllerinde 6 dalda aday gösterilmiştir.

- You got some kind of saviour complex?
- No. I just want to get the bad guys, but if I can't see them I can't shoot them.

11 Mart 2015 Çarşamba

Kutu Cüceleri (The Box Trolls) - 2014

Yine eğlenceli bir animasyon film! Hikayesi Viktoryen dönemin kasabalarından biri olan Peynirkent'te geçiyor. Adından da anlaşılacağı üzere, zenginliğin ve asaletin övüldüğü bu kasaba da, peynire oldukça önem veriliyor. Ancak bu küçük ve zengin kasabanın bir sorunu var: geceleri ortaya çıkan ve kötülük yapan kutu cüceleri. Kutu cüceleri hakkında anlatılan efsaneler o kadar abartılıyor ki, kimse hava karardıktan sonra sokağa çıkamıyor, özellikle önemli bir kişinin çocuğunun kaçırılmasından sonra. Kutu cüceleri tarafından kaçırıldığına ve yenildiğine inanılan Eggs'den sonra şehrin ileri gelenlerinin de kararıyla gece sokaklarda dolaşan bir infaz ekibi kurulur ve kutu cücelerini tek tek yakalamaya başlar. Aslında anlatılanların aksine kutu cüceleri yalnızca kutuları elbise gibi giyinip gezinen ve geceleri insanların çöpe attığı eski eşyaları yer altındaki yuvalarına götürerek yeni icatlar çıkaran bir grup topluluktur. Kasabanın reisinin kızı olan Winnie'nin macera seven yapısı da işin içine girince kutu cüceleri ve onların yetiştirfiği Eggs ile karşılaşmak kaçınılmaz olur. Zavallı kutu cüceleri acaba isimlerini temine çıkarabilecekler midir? Ya da, peşlerindeki kutu cücelerini infaz takımının başındaki sınıf atlama (beyaz şapkalılardan birisi olma) meraklısı aşırı hırslı Archibald Snatcher'ın elinden kurtulabilecekler midir? Toplumdaki hiyerarşik sınıf ayrımını, direnişi ve ihmalkar aile kurumunun eleştirildiği konu, içerdiği fantastik unsurlarla beraber oldukça eğlenceli bir filme dönüşüyor.
 
Çöp toplayıcı sevimli (but creepy) kutu cücelerini (Boxtrolls) konu alan yapım Alan Snow'un 'Here Be Monsters' adlı kitabından uyarlanmıştır. Filmin yönetmenliğini fantastik-animasyon filmleryile tanınan Graham Annable ve Anthony Stacchi yaparken, orijinal seslendirme kadrosunda Elle Fanning, Simon Pegg, Toni Collette, Ben Kingsley ve Nick Frost gibi isimler yer almaktadır. Basit gibi görünse de, animasyon filmlerin arkasında büyük bir ekip/emek vardır, o nedenle arada sırada eğleceli vakit gerçiemk için izlemenizi tavsiye ederim, iyi seyirler!
 
Winnie: "You're the worst pickpocket I've ever seen. Here. Buy a book on how to be a better thief."

10 Mart 2015 Salı

6 Süper Kahraman (Big Hero 6) - 2015

Teknolojinin de gelişmesiyle animasyon filmlerde oldukça artış olması zatn ömgörülebilri bir durumdu. Her ne kadar konu klişe de olsa, teknik olarak çıta her geçen gün biraz daha yukarıya çıkıyor. Film teknolojinin çok ileride olduğu bir tarihte (robot teknolojisinin günlük hayata yayıldığı denilebilir) San Fransokyo'da geçiyor. Teyzesi ve erkek kardeşindan başka kimsesi olmayan Hiro Hamada dahi bir çocuktur. Kendi ürettiği robotuyla yasa dışı robot dövüşlerine katılarak para kazanmak isteyen Hiro, kendisindeki cevheri gören ve üniversitede kendi robotunu geliştiren erkek kardeşinin desteklemesiyle akademik alanda başarılar sergilemeye ve eğitim almaya heveslenir. Gitmeyi amaçladığı bilim akademisi yaşı küçük de olsa dahi çocukları kabul etmektedir ancak kabul edilebilmek için Profesör Callaghan'a kendini gösterecek bir çalışma ile bilim fuarına katılması gerekmektedir. Yeni bir tasarım (microbots) ile fuara katılan Hiro'nun hayatı kabul almasına rağmen umulmadık bir felaket ile yerle bir olur. Artık yaşama amacı kalmadığına inanan Hiro erkek kardeşinin tasarladığı sağlık robotu Baymax ile hayata tutunur. Marvel gibi bir süper kahraman yaratmasa da film "şehri kötü adamdan kurtarmayı amaçlayan" kahramanlar ekibiyle Marvel'e oldukça yaklaşıyor. İkinci film çekilir mi bilmiyorum ama aynı fantastik hikayenin aynı şekilde duygusal-eğlenceli bir devamı olursa, beğenileceğinden eminim ("It is okay to cry. Crying is a natural response to pain.").

Disney’in yapımcılığını üstlendiği aile animasyonunda yönetmenler benzeri animasyon filmlerle üne kavuşan Don Hall ve Chris Williams ikilisi. Seslendirmelerin kimler tarafıdnan yapıldığını belirtmek istemedim (herhangi bir sinema sayfasında görebilirsiniz) ancak filmi izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum, hem eğlenceli hem de akıcı (özellikle bu türü seviyorsanız). Eğer mümkünse, orijinal dilinde izleyin :).

Bariz bir biçimde hem Amerikan animasyon yaklaşımından, hem de Japon Anime estetiğinden etkilenen film, bu iki apayrı stili muazzam bir denge ile biraraya getiriyor. Bu iki yaklaşımda işe yarayan elementleri avantajına kullanırken hem Amerikan, hem de Japon stilinde şahsen beni bazen rahatsız eden öğeleri de elemeyi başarıyor... Filmin yarattığı, San Francisco ve Tokyo’nun biraraya geldiği "San Fransokyo" şehrinin görsel bakımdan etkileyici dizaynı bile bu iki yaklaşımın birleşimini başarıyla betimliyor.

8 Mart 2015 Pazar

Büyük Gözler (Big Eyes) - 2015

Bu hafta sonu bu filme tesadüfen girdim diyebilirim ancak konusunu bilseydim eğer çok daha önceden izlemiş olurdum :). 1927 doğumlu kadın ressam Margaret Keane'in hayatını konu alan film Amerikalı ressamın geçtiği zorlu yollları da izleyiciye sunuyor.  İlk eşinden ayrıldıktan sonra küçük kızıyla birlikte hayata tutunabilmek için San Francisco'ya gelen Margaret, burada sokak ressamı olarak birkaç dolara resim yapıp satmaya başlar. Bu sırada tanıştığı başka bir ressam (?) olan Walter Keane ile evlenen Margaret, yaptığı tabloları ikinci soyadı ile imzalar ("Keane"). Duyguların en iyi gözlerle ifade edildiğine inanan Margaret değişik bir tarza sahip tekniğiyle tüm tablolarında çok iri gözlere sahip insanları (özellikle çocukları) resmeder. İlk başta satış staratejisi olarak "Keane" imzalı tabloları piyasaya sunan ve çeşitli yerlerde tanıtmaya çalışan Walter Keane, tabloların ilgi çekmesi ve üne kavuşması sonucunda bu başarıyı sahiplenir. En başta söylenen yalanlardan ve göz nuru tablolarını sahiplenememekten büyük rahatsızlık duyan Margaret, zamanla hem gidecek yeri hem de kendine güveni olmadığı için bu olaya göz yumar. Kazandıkları para artında hırsı da aynı oranda büyüyen Walter ile yaşamak zorlaşında, Margaret kızıyla beraber yaşayacakları başka bir yer arayışına girer. Yehova şahitlerine katılan Margaret, artık söylenen yalanlardan oldukça rahatsızdır ve durumu değiştirmeye niyetlidir.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Margaret Keane'nin resim sanatına büyük bir katkısı yoktur, kaldı ki pek çok eleştirmen tarafından da eleştirilmiştir. Ancak filmde vurgulanan husus başkadır: Genel anlamda 20. yy.'ın kadına bakış açısının eleştirildiği film, Margaret Keane'in erkek hegemonyasına başkaldırısını ve adalet arayışını öne çıkarmaktadır. Evlilikleri sırasında hep üzgün yüzleri resmeden Margaret'in boşandıktan sonra çizdiği tablolarındaki yüzlerin hep mutlu olduğu da söylentiler arasındadır.

Filmin yönetmeni "Beter Böcek", "Ölü Gelin", "Alis Harikalar Diyarında" ve "Frankenweenie" gibi masalsı/fantastik filmlerin de yönetmenliğini yapmış olan Tim Burton, oyuncuları Margaret rolünde Amy Adams ve Walter rolünde Christoph Waltz. Bu arada konuyla ilgisiz de olsa, dikkatimi geçtiği için söylemeden geçemeyeceğim, Birdman'da tiyatro eleştirmeni için yaplan "Tiyatro oyuncusu olamayan eleştirmeni olur" iğnelemesinin aynısını bu filmde de duymak (Ressam olamayan resim eleştirmeni olur) bana ilginç geldi. Sanırım Amerika'da böyle bir görüş hakim?

2 Mart 2015 Pazartesi

Komplo Teorisi (Conspiracy Theory) - 1997

Vizyondaki filmler takip etmeyi sevsem de, kült olarak bilinen filmleri de -eğer izlemediysem- izlemeye çalışıyorum. IMDB puanı çok yüksek olmasa da, bu film hakkında çok fazla şey duyduğum için ilzemek istedim. Aslında pek çok açıdan güncelliğini koruduğunu düşündüğüm bir konusu var: Geçmişi gizemli, paranoyak ve komplo teorileri üretmeyi seven bir adamın hikayesi. İlk başta boşboğaz ve paranoyak Jerry Fletcher (Mel Gibson) adlı bir taksicinin hayatını izleyeceğimizi düşünürken, zamanla kendisinin aslında üzerinde deneyler yapılmış ve bölük pörçük anımsadığı olaylar sebeyile bu ruh haline bürünmüş bir kişi olduğunu tespit ediyoruz. Her gün gazeteleri tarayan ve dünyada yaşanan önemli olayların birbiriyle bağlantılarını araştıran Jerry, kendi ürettiği komplo teorilerini toplamda 5 kişinin takip ettiği bir gazetede (sanırım bir nevi internet gazetesi) yayınlamakta ve takside karşılaştığı herkese anlatmaktadır. Tabi bir de neden takıntılı olduğunu ilk başta anlamadığımız bir kadına: Alice Sutton (Julia Roberts). Adalet Bakanlığında çalışan Alice için Jerry ile konuşmak yalnızca kendisine kimsesizliğinde yardımcı olmak gibidir. Ancak zamanla başına gelenlerden şüphelenen Alice, kendisini Jerry ile beraber açıklanması çok zor bir komplonun (?) içinde bulur. Dünyayı yıllardır meşgul eden good guys/bad guys (kaos isteyen güçlü adamlar ile istikrar sağlamaya çalışan gizemli adamlar) teorisi ne anlamda doğrudur? Veya Jerry'nin peşideki adamlar tesadüfen doğru olan bir teoriyi mi örtbas etmeye mi çalışmaktadırlar?

Filmin yönetmeni "Zaman Ötesi" ve  daha önce Mel Gibson ile beraber "Cehennem Silahı 4" filmini çekmiş olan Richard Donner, oyunculardan yukarıda bahsetmiştir, ki zaten artık bilmeyen kalmamıştır. Tahminimce izlemeyen de kalmamıştır ancak ben yine de izlemeyenlere tavsiye ederim. İlginç bir film (ama iyi adamların siyahi ve kaos isteyen kötü adamların beyaz olması muhtemelen tesadüftür). Unutmadan, filmde sık sık söz edilen Salinger'in "The Catcher in the Rye" kitabı (Çavdar Tarlasında Çocuklar ya da Gönülçelen) okumak istediğim kitaplardan biridir, belki de okumuş olsaydım filme bakış açım daha farklı olurdur. Her neyse, en uygun zamanda bu kitabı okuyacağım :)

"A good conspiracy is unprovable. I mean, if you can prove it, it means they screwed up somewhere along the line."