"Coen Kardeşlerin bizi zaman makinesine atıp 60'lara götürdüğü karanlık mı karanlık "Inside Llewyn Davis"ini çok farklı şekillerde tanımlamak mümkün. dönemin müzik camiasına atılmış "eğri" bir bakış mı dersiniz, yoksa popüler kültür tarihinin çok da uzak olmayan spesifik bir zaman-mekanına hürmette kusur etmeyen bir yolculuk mu?" Siz bunu bir düşünün :)
IKSV'nin FilmEkimi kapsamında gösterimini yaptığı Coen Kardeşlerin "Sen Şarkılarını Söyle" (Inside Llewyn Davis) filmine gittik Beyoğlu Sinemasında (Bir süre daha vizyonda kalacak ilgilenenler varsa aranızda). Daha önce Coen Kardeşlerin (Ethan Coen & Joel Coen) filmlerinden "Oo Brother Where Art Thou?" filmini izlemiştim, çok beğenmediğimi anımsıyorum ancak bu filmi gerçekten beğendim. Film 1960'ların başında New York'da müzik piyasasında hayatta kalmaya çalışan zavallı müzisyen Llewyn Davis'i (Oscar Isaac) anlatıyor. Duyduğum kadarıyla, film ünlü folk sanatçısı Dave Van Ronk'un hayatından ilham alınarak çekilmiş. Tahmin edebileceğiniz üzere, müziği aşkla seven ve camdan kırılgan umutları olan sanatçılar hayatta bazen başarılı olamazlar. Her işi ters giden Llewyn Davis (bunda biraz da kendi payı var) hem New York'un acımasızlığının, hem parasızlığın hem de kış soğuğunun insafına kalmıştır. Zaman zaman hayattan çok yorulduğunu hissetse de, çalmayı çok sevdiği folk müzik onu hep bir yerinden yakalar. Llewyn'in hayatının yalnızca bir kısmını sunan film pek çok soruya yanıt vermiyor aslında, sonra ne oldu? Umutları kırılmaya ancak yine de bulduğu her ince dala sarılmaya devam etti mi? Amerikan sinamasının rahatlatıcı sonu hedeflediği alışagelmiş stratejisinden farklı bir film karşımızda olacak. Dram da olsa, Oscar Isaac'ın insanda sempati duygusu uyandıran yüzü ve masum sakinliği filmi benim için biraz daha komik ve biraz daha izlenebilir kıldı. Bazı sahnelerdeki kararsızlıkları (Akron'a gidip gitmemek, o turuncu kediyi arabada bırakıp bırakmamak, denizci olup olmamak) bana kendimi anlattığı için sempati duymuşumdur belki de.
IKSV'nin FilmEkimi kapsamında gösterimini yaptığı Coen Kardeşlerin "Sen Şarkılarını Söyle" (Inside Llewyn Davis) filmine gittik Beyoğlu Sinemasında (Bir süre daha vizyonda kalacak ilgilenenler varsa aranızda). Daha önce Coen Kardeşlerin (Ethan Coen & Joel Coen) filmlerinden "Oo Brother Where Art Thou?" filmini izlemiştim, çok beğenmediğimi anımsıyorum ancak bu filmi gerçekten beğendim. Film 1960'ların başında New York'da müzik piyasasında hayatta kalmaya çalışan zavallı müzisyen Llewyn Davis'i (Oscar Isaac) anlatıyor. Duyduğum kadarıyla, film ünlü folk sanatçısı Dave Van Ronk'un hayatından ilham alınarak çekilmiş. Tahmin edebileceğiniz üzere, müziği aşkla seven ve camdan kırılgan umutları olan sanatçılar hayatta bazen başarılı olamazlar. Her işi ters giden Llewyn Davis (bunda biraz da kendi payı var) hem New York'un acımasızlığının, hem parasızlığın hem de kış soğuğunun insafına kalmıştır. Zaman zaman hayattan çok yorulduğunu hissetse de, çalmayı çok sevdiği folk müzik onu hep bir yerinden yakalar. Llewyn'in hayatının yalnızca bir kısmını sunan film pek çok soruya yanıt vermiyor aslında, sonra ne oldu? Umutları kırılmaya ancak yine de bulduğu her ince dala sarılmaya devam etti mi? Amerikan sinamasının rahatlatıcı sonu hedeflediği alışagelmiş stratejisinden farklı bir film karşımızda olacak. Dram da olsa, Oscar Isaac'ın insanda sempati duygusu uyandıran yüzü ve masum sakinliği filmi benim için biraz daha komik ve biraz daha izlenebilir kıldı. Bazı sahnelerdeki kararsızlıkları (Akron'a gidip gitmemek, o turuncu kediyi arabada bırakıp bırakmamak, denizci olup olmamak) bana kendimi anlattığı için sempati duymuşumdur belki de.
ABD-Fransa ortak yapımı film Gotham Bağımsız Film Ödüllerinde "En İyi Film Ödülü"nü almış ve oyuncuları Oscar Isaac, Carey Mulligan, Justin Timberlake ve John Goodman. Film hakkında yapılan eleştirilerden birisi: "Coenler’in ‘A Serious Man’ ve ‘O Brother, Where Art Thou?’ gibi filmlerini hatırlatan ‘Inside Llewyn Davis’, 60’ların Amerikan folk sahnesine iki dâhi yönetmenin uçsuz bucaksız hayalgücünün süzgecinden bakıyor. Time Out London’dan Dave Calhoun’a sorarsanız, film Bob Dylan’ın şansı yaver gitmese nasıl birine dönüşeceğini anlatan bir ‘alternatif müzik tarihi’ tasavvur ediyor." (Oldukça açıklayıcı).
Gelelim folk müziğe... Benim tam olarak karakterine oturmamış bir müzik zevkim var (demek istediğim pek çok müzik türünden sevdiğim bir şey bulurum). Ama halk müziği ve rock müziği birleştiren folk müziğin yeri bende ayrıdır. Elbette bir Bob Dylan, Cat Stevens veya Leonard Cohen hayranı değilim ancak kendine özgü ilhamıyla folk müziğinin kalbe dokunan bir yeri olduğunu söyleyebilirim. Tabi, folk müzik demişken üniversitedeyken bol bol dinlediğim Blackmore's Night'dan bahsetmezsem olmaz. Tabiri caizse "gifted" bir insan olan Candice Night'in vokalliğini yaptığı İngiliz/Amerikan geleneksel folk müziği yapan Blackmore's Night dinlemeyi bir deneyin derim!
Filmde Llewyn Davis'in kafa karışıklıkları, kararsızlıkları ve seçimleri üzerinde uzun uzun konuşulabilir (aynı şekilde sinema teknikleri üzerine). Ama şunu fark ettim, bir erkekten hoşlanma tamamen onun davranışlarına bağlıymış, zira Agora'da Hypatia için gözyaşı döken Orestes'ten (Ah sen ağlama ben ağlarım ikimizin yerine) çok hoşlanan ben, bu baş belası Llewyn Davis'e sempatiden başka bir şey hissetmedim :).
Filmde Llewyn Davis'in kafa karışıklıkları, kararsızlıkları ve seçimleri üzerinde uzun uzun konuşulabilir (aynı şekilde sinema teknikleri üzerine). Ama şunu fark ettim, bir erkekten hoşlanma tamamen onun davranışlarına bağlıymış, zira Agora'da Hypatia için gözyaşı döken Orestes'ten (Ah sen ağlama ben ağlarım ikimizin yerine) çok hoşlanan ben, bu baş belası Llewyn Davis'e sempatiden başka bir şey hissetmedim :).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder