26 Nisan 2016 Salı

Maze Runner 2 (Scorch Trials) - 2015

Geçtiğimiz yıl ilk filmi izledikten sonra da izlenimlerimi yazmıştım (aşağıdaki linkte bulabilirsiniz). Fantasik & bilim kurgu & distopya serileri severek izlediğimi ama artık sayılarının giderek artmaya başladığından söz etmiştim. Ayrıca kendi içinde sonu olan hikayeleri sevdiğimi de belirtmiştim, yine de birinci filmi izlediğim için serinin ikinci filmine de devam ettim. Hikayenin bütünü hakkında biraz fikir verse de yine de ikinci film de çok açıklayıcı olmadı. Birinci filmde labirentten kaçarak kurtulduklarını düşünen bir grup Kayranlı genç, helikopterle bulundukları bölgeden alınmıştı. Bu filmde bu gençler başka "seçilmiş olduklarını düşünen" gençlerle beraber (Flare virüsüne karşı bağışıklıkları olduğu söylenmektedir) kompleks güvenli olduğu söylenen bir yere kapatılırlar. Burada her şey yolunda gibi görünmekle beraber bir süre sonra Thomas bazı olayların kendisini rahatsız ettiğini fark eder. Belirli periyotlarda aralarından bir grup genç nereye olduğu anlaşılamayan bir yere götürülmekte ve tekrar haber alınamamaktadır. Şüphelerinin peşinden giden Kayranlı gençler içinde bulundukları merkez hakkında öğrenmemeleri gereken şeyler öğrenirler. Bir süre sonra dağlarda yaşayan isyancı bir grubun varlığını öğrenen gençler (The Right Arm) onlara ulaşmanın bir yolunu araştırmaya başlarlar. Bu süreçte işler pek de planladıkları gibi gitmese de, kendilerini kullanan World in Catastrophe Killzone Department (WCKD) hakkında bazı gerçekler açığa çıkar.

James Dashner'ın aynı isimdeki ikinci kitabından uyarlanan filmin yönetmeni serinin ilk filminin de yönetmenliğini yapmış olan genç yönetmen Wes Ball, oyuncuları ise ilk filmden tanıdığımız yüzler: Dylan O'Brien (Thomas), Kaya Scodelario (Teresa), Thomas Brodie-Sangster (Newt), Ki Hong Lee (Minho); ve yeni yüzler: Nathalie Emmanuel ve Aidan Gillen. İkinci filmi birinci filmden daha çok beğendim, mekan seçimleri ve görsel efektlerini oldukça başarılı buldum. Bir şekilde seriye başladım, muhtemelen devamı filmlerini de izlerim. İyi seyirler!

"Hope is a dangerous thing. Hope has killed more of my friends than the Flare and Scorch combined."

Maze Runner 1 (Labirent - Ölümcül Kaçış) filmi hakkında:
http://sinemubi.blogspot.com.tr/2014/10/labirent-olumcul-kacs-2014.html

19 Nisan 2016 Salı

Diana - 2013

Trafik kazasında ani ölümü ile halkını üzüntüye boğan ve hakkında çeşitli komplo teorileri üretilen Lady Diana'nın kapalı kapılar ardında kalan hayatı tam bir drama. Aslında Lady Diana'nın hayatını okumadım (örneğin okuduğu okullar, gençlik yılları, ilk aşkı, Prens ile olan evliliği, Kraliçe ile olan ilişkisi vb.), bu nedenle hayatının detayları konusunda bilgim yok. Bu filmi izlemeden önce bu hususlara kısaca değinilir diye tahmin etmiştim ancak film Lady Diana'nın boşandıktan sonraki sürecine ve Pakistanlı kalp doktoru Hasnat Khan ile olan ilişkisine değiniyor (özellikle olsa gerek kraliyet ailesinden kimse filmde anlatılmamış). 1995-1997 yılları arasında süren ilişki, filmde Lady Diana'nın hayatının aşkıymış gibi anlatılıyor ve ayrıldıktan sonra da (kazada kendisi ile beraber olan Dodi Al-Fayed'e rağmen) Hasnat Khan'ı unutamadığı ima ediliyor. Aslını sorarasanız, Lady Di'nin 1997 yılında vefat ettiğini düşünürsek, Hasnat Khan ile Lady Di'nin arasında olanları şu an yalnızca Hasnat Khan bilebileceğinden, senaryoda anlatılanlarda kendisinin bir katkısı olmuştur mutlaka. Bu nedenle, Lady Di'nin kendisinden sonra onu kıskandırmak için başka bir sevgili edindiği yönündeki hikayede, muhtemelen Hasnat Khan'nın erkek egosunun bir parmağı var diye tahmin ediyorum. Netice itibariyle, otuz altı yaşındaki bir prensesin eski sevgilisini unutamadığı için onu cezalandırmak adına Mısırlı bir milyonerin oğlu olan Dodi Al-Fayed'le birlikte olması da bana gerçekçi gelmiyor. Yine de neler yaşandı yalnızca tüm sırları yanına alıp giden Lady Di ve Allah bilir!
 
Filmin yönetmeni Alman yönetmen Oliver Hirschbiegel ve başrol oyuncusu Naomi Watts. Naomi Watts'ın Lady Diana rolünde çok iyi bir iş çıkardığını söylemek isterim. Ben Lady Di'yi ve onun ölüm haberlerini hayal meyal anımsıyorum, ama yine de Naomi Watts'ı görünce Lady Di'yi anımsadığıma göre, rolün hakkını vermiş demektir. Filmin diğer oyuncuları, özellikle Naveen Andrews'i ise bu açıdan yeterince başarılı bulmadım. Sonuç olarak, Lady Diana'yı merak ediyorsanız, filmi izlemenizi tavsiye ederim.

"You say you love me, you'll always love me. Well, there's about five billion people on this planet who can say that! But is there one who can stay with me?"

1 Nisan 2016 Cuma

Spotlight - 2015

Son zamanlarda ülkemizde konuşulan olayların da etkisiyle, bu filmi özellikle izlemek istedim. İzleyenler zaten biliyor ama izlemeyenler için de filmin konusundan kısaca bahsedeyim: Gerçek bir hikayeden esinlenilerek senaryolaştırılan film, taciz iddiaları ile suçlanan kilisenin bu iddiaları örtbas etmesini ve bu tacizi aydınlatmaya çalışan bir grup idealist gazeteciyi anlatmaktadır. Boston Globe adındaki gazetede çalışan ve kendilerine Spotlight diyen ekip, Boston'daki katolik kiliselerinde yaşanan (ve erkek çocuklarının öcellikle kurban seçildiği) taciz iaddialarını araştırmak için yola çıkar. Gönüllü kurbanlarla görüşmeler gerçekleştirip çeşitli arşivleri, dava dosyalarını ve kütüphane kayıtlarını inceleyen ekip, bu olayın Boston'la sınırlı kalmadığını ve aslında tahmin ettiklerinden çok daha büyük boyutta olduğunu fark eder. Anlam veremedikleri şekilde, Boston'un üst düzey yasal ve idari amirlerinin de bu olayların örtbas edilmesine göz yumdukları ortaya çıkar. Yaklaşık otuz yıl boyunca gizlenen bir gerçeğin ortaya çıkması pek çok kişiyi rahatsız etse de, ülkede konjonktürün de değişmesi sebebiyle olayların aydınlatılması otuz yıl öncesine göre biraz daha kolay ilerler. Buraya kadar tahmin edebileceğiniz üzere, yeterince muhafazakar bir ülkede (eğer insanlar adil bir açıdan bakamıyorsa) bu şekilde bir haber yapmanız ve halkın desteğini almanız mümkün olamayacaktır (bu duruma biraz düşünürseniz çok yakından önemli örnekler bulabilirsiniz). Bu nedenle giriştikleri işte bu idealist gazetecilerin neleri göze aldığını da tahmin edebilirsiniz.

Filmin yönetmeni Tom McCarthy ve başrol oyuncuları ise Birdman filminden tanıdığımız Michael Keaton,  yenilmez Hulk olarak tanıdığımız Mark Ruffalo ve Rachel McAdams. Başarılı oyuncular ve senaryo bir araya gelince izlenesi bir film ortaya çıkmış. Spotlight, herhangi bir gruba verilen hak ve gözü kapalı güvenin aslında nasıl kötüye kullanılabileceğini örnekleyen etkileyici bir film. Eğer vaktiniz varsa mutlaka izleyin, umuyorum bi bu film hayata bakış açısınızı biraz olsun değiştirebilir.

"They say it's just physical abuse but it's more than that, this was spiritual abuse. You know why I went along with everything? Because priests, are supposed to be the good guys. "