28 Ekim 2014 Salı

Labirent - Ölümcül Kaçış (Maze Runner) - 2014

Daha önce de belirttiğim gibi, yine son zamanlarda mantar gibi artan serilerden biri ile karşı karşıyayız. "Açlık Oyunları"ndan ve "Divergent"den sonra bu distopya şeklinde kurgulanan bilim-kurgu hikayelerine ilginin artmaya başlamasıyla (bir ara da vampir serileri revaçtaydı) arz-talep gereği bu konuya bir eğilim başladı. Fantastik ve bilim-kurgu seven birisi olarak, bu hikayeleri merak ediyorum açıkçası, ancak ben bir seri şeklinde genel bir çerçeve çizse de, kendi içinde sonu olan hikayeleri seviyorum. Bu nedenle heyecanlı ilerleyen bir filmin sonunda beni ortada bırakmasını sevmedim. "Let the games begin" diyerek durumu açıklamadan filmi sonlandırıp, hikayeyi anlayabilmek için izleyiciyi sonraki filmle/kitaplara mecbur bırakması pek destekleyici bir davranış olmadı. Ha yapmaz mıyım, yaparım, ben de bu merak oldukça ikinci filmi de izlerim ancak bütün şevkimin kaçtığını söylemek zorundayım. Film yukarıya doğru çıkan bir asansörde uyanan ve geçmişine daiğr hiçbir şey anımsayan bir çocuğun (Thomas) aynı şekilde adından başka hiçbir şey anımsamayan ve etrafı kalın yüksek duvarlarla çevrili bir alanda ("Kayran") yaşayan başka çocukların arasına çıkmasıyla başlıyor. Neden orada olduklarına dair hiçbir fikri olmayan bir grup erkek çocuğu burada küçük bir kabile kurmuş ve sabahları açılarak geceleri kapanan ve içinde tuhaf varlıkların (ölümcül dev örümcek benzeri robotik varlıklar) gezdiği labirenti bir çıkış yolu bulmak için keşfetmeye başlamışlardır. Thomas'ın gelmesiyle tuhaf olayların peydah olması arasında bağ kuran bir grup Kayranlı 30 günde bir gelen asansörün beklenmedik şekilde 1 hafta sonra gelmesi ve bu kez Teresa adında bir kız bırakmasıyla isyan bayrağını çeker.

"Sonrası mı? Tipik “seçilmiş kişi” klişeleri, asilikten ve asaletten taviz vermeyen Thomas’ın yasak diye karşısına dikilen her şeyi didiklemesi, bu yasakların aslında o kadar da “tehlikeli” olmadığını keşfetme süreci ve nihayetinde hem kendisinden hem de diğer Kayran sakinlerinden büyük bir öz veriyle gizlenen o karanlık gerçekle yüzleşmesi, kronolojik bir sırayla izleyiciye servis ediliyor filmde. Sürprizsiz, risksiz ama kabul etmek gerekir ki buna rağmen albenili…" (alıntı)

Bu konulara olan aşinalığım da düşünülürse, özgün olarak değerlendiremeyeceğim bir film olsa da, akıcı bir hikayesi var her ne kadar filmin sonunda pek çok soruya yanıt vermese de. Görsel efekt olarak olağanüstü bir başarısı yok ancak yönetmen Wes Ball'dan (olur da izlersem) ikinci filmde daha etkileyici bir performans bekliyorum. Filmin oyuncu kadrosunda şimdilik yeni yüzler var: Dylan O'Brien, Aml Ameen, Will Poulter, Kaya Scodelario, Thomas Brodie-Sangster, Ki Hong Lee, Jacob Latimore, Blake Cooper. Sonrası ne olur, göreceğiz. Okumak isterseniz James Dashner'in serisinin devam kitapları (şimdilik 4 ancak 5. planlanmış):

27 Ekim 2014 Pazartesi

Uçuş 7500 (Flug 7500) - 2014

Çok başarılı diyemesem de, değişik bir film olduğu kanaatindeyim. En azından önce gerilimi vererek siz daha ne olduğunu bile anlamadan olayı bambaşka bir şekilde açıklaması etkileyiciyidi. Onun dışında, oyunculuk, mekan, efekt derseniz, hiç yok! Filmde Amerika'dan (Los Angeles) Japonya'ya (Tokyo) doğru yolalan bir yolcu uçağının içinde yaşananlar bir Japon mitolojisine de atıf yapılarak anlatılıyor. Pek fazla yolcusu olmayan uçakta önce karakterleri bir şekilde tanıyoruz: Kız kardeşi bir gece önce evlenen hostes, pilotla ilişkisi olan diğer hostes, elinde tuhaf bir kutu ile yolculuk eden gizemli bir adam ("Lance"), konuşmayı çok seven ve balayına giden yeni evli bir çift, ayrıldıklarını arkadaşlarına söyleyemeden onlarla tatile giden bir çift ve arkadaşları, gotik bir kız vb. Uçakta ilk olay uçağın kısa bir türbülansa girmesiyle başlıyor. Hayatta en çok korktuğu şey "uçakta ölmek" olan ve panik atan geçirerek nefes alamayan gizemli yolcu Lance yolcuların gözü önünde yapılan tüm müdaheleye rağmen ölür. Pilot ölüm gerçekleştiği için acil iniş yapmayı gereksiz bulur ve ölü beden birinci sınıf boşaltılarak buraya kapatılır. Durumdan rahatsız olan diğer yolcular uçağın ikinci bir şiddetli türbülansa girmesi sonucu iyice panikler. Uçakta olağan dışı bir şeyler olduğunu sezinleyen birkaç yolcu, Lance'nın kutusunu açar içinde bir "Shinigami" bebeği bulur. Şinigami Japon mitolojisine göre bir ölüm meleğidir ve ölen kişilerin ruhlarını toplamakla görevlidir. Ancak yaşamdan çok çabuk koparılan ruhların ölüm diyarına geçemeden gerçek yaşamda bir şeye tutunmaları durumunda Şinigami onların ruhunu, tutundukları şeyi bırakmadan götürememektedir. Peki, bedenen ölen Lance'in ruhu hala yaşama tutunmakta mıdır, yoksa uçakta oluşan olağan dışı olayların sebebinin altında Allah yakın olanların içtiği şampanyalar mı vardır?
 
Tek beğendiğim nokta her ne kadar çarçur edilese de, farklı bulduğum senaryoydu (Japon mitolojisi hakkında kısa bir bilgi verilmesi de avantaj olarak değerlendirilebilir). Bir diğer mesajı da ölümün aslında hayatın bir parçası olduğunu vurgulayarak değerini anlatmaya çalışmasıydı ("the death is part of life...") Yine de, filmi pek seveceğiniz tahmin etmiyorum, tavsiye edemiyorum bu sebeple.
 
Filmin yönetmeni Garez filmleriyle de tanınan Japon yönetmen Takashi Shimizu (aslında filmin çekimleri 2012 yılında tamamlanmış ancak bazı sebeplerden dolayı çok geç yayına girmiş. Bazı kaynaklara göre Türkiye'de Temmuz 2014'te vizyona giren Uçuş 7500, bazı ülkelerde hiç vizyona girmemiş). Filmin senaryosu Craig Rosenberg'e ait, oyuncuları ise Ryan Kwanten, Amy Smart, Leslie Bibb ve Jamie Chung. Ayrıca ek bilgi olarak ilginç bir şekilde olay 2005 yılında Helios Airlines'a ait HCY 522 sefer sayılı Atina'ya düşen uçağın  başına gelenlere (teknik anlamda) benzerlik gösteriyor.

15 Ekim 2014 Çarşamba

İskoçya'nın Son Kralı - 2006

"İskoçya'nın Son Kralı" Uganda'nın bir dönemine damgasını vurmuş olan İdi Amin Dada'nın hayatının bir kısmını gerçek olaylardan esinlenerek anlatmaktadır. Bu dönemde Uganda kendisini dünyaya kapattığı için ne kadarının gerçekten yaşandığını bilmesek de, İdi Amin'in devlet başkanlığı yaptığı dönemde ülkede despot rejimin hakim olduğu da bir gerçek. Film beyaz bir doktorun başından geçenler şeklinde anlatılıyor ancak Dr. Nicholas Garrigan diye birinin bu şekilde bir deneyim yaşayıp yaşamadığı konusunda herhangi bir delil yok (aksine böyle birinin hiç yaşamadığı ancak filmde İdi Amin'e danışmanlık yapan İngiliz bir askerin tecrübelerinden faydalanıldığı söylenmektedir). Filme dönecek olursak, Dr. Garrigan tıp fakültesini bitirince dünya haritası üzerinde kendine rastgele bir yer seçer (Uganda) ve mesleğine gönüllü olarak o ülkede başlar. Uganda'da iken askeri darbe olur ve 1971 yılında komutan İdi Amin başkan Milton Obote'yi ekarte ederek yönetimi ele geçirir. Yolu bir şekilde İdi Amin ile kesişen Garrigan, Amin'in gözüne girer ve onun özel doktoru ve danışmanı olur. Garrigan, başlangıçta bu durumu bir oyun gibi görse de çok geçmeden ne tür bir barbarlığın içinde olduğunu kavrar. Ugandalı insanlardan farklı olması onu daha şanslı kılmayacaktır. Dr. Garrigan (James McAvoy), aklı sadece macera yaşamak ve Afrikalı kadınlarla gönül eğlendirmek olan genç doktoru büyük bir başarıyla canlandırıyor. Doktorun, aptallık düzeyinde bir saflıkla yaklaştığı ve kişisel danışmanlığına getirildiği Idi Amin’in gerçek yüzünü görmeye başlamasıyla yaşamaya başladığı değişim ve hayatını kurtarmaya çalışırken yüzleştiği korkunç vahşet, oryantalizmin bedeli adeta.

Filmin yönetmeni daha çok belgesellerle tanınan ve "Devlet Oyunları" filminin yönetmeni Kevin MacDonald, oyuncuları ise bu filmle En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını kazanan Forest Whitaker, "Wanted" ve "X-Men Geçmiş Günler Gelecek" filmleriyle tanıdığımjız James McAvoy, Gillian Anderson ve Kerry Washington. Genel kültür anlamında belirli bir dönem hakkında bilgi veriyor olması sebebiyle izlemenizi tavsiye ederim! Özellikle 1976'da Filistinliler tarafından kaçırılan bir Fransız uçağının Entebbe'ye inmesine izin vermesi ve diplomatik krize bizzat sebebiyen veren kişi olması bilinmesi gereken bir husus. Ayrıca filmde en çok sevdiğim sahnelerden biri İdi Amin'in Dr. Garrigan'a Batılıların Afrika'yı bir oyun olarak görmesinin nasıl bir sona sebep olacağını tüm acımasızlığıyla kanıtlamasıdır.

Not: İngilizler'in yardımı ve olaylara yol açması nedeni ile liderliğe yükselen İdi Amin daha sonra her işlerine müdahale ettikleri gerekçesi ile onlara sırt çevirmeye çalışmıştır. Eğitim ve askerliğinin bir bölümünü de İngiliz ordusunda yapan İdi Amin İskoçlarla İngilizler arasındaki sinir harbi ve gerginlikler de duygusal anlamda İskoçlardan yana hissetmiştir kendini. Bu nedenle İngilizlerle oluşan husumetinde kendisine "İskoçya'nın Son Kralı" sıfatını yakıştırmıştır.

İdi Amin hakkında:
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0di_Amin

13 Ekim 2014 Pazartesi

Dracula Untold - 2014

Bram Stoker'in "Dracula" romanının ekmeği gerek fantastik edebiyatta gerekse sinemada çok yendi. Bu romanın esin kaynağı olduğu pek çok seriden sonra ilk olarak 1923 yılında "Dracula Halala" filmi çekilmiştir. Çekilen filmler Bram Stoker'ın romanına pek sadık kalmasa da, kanaatimce gördüklerim arasında konu açısından kitaptan en çok uzaklaşan film budur. Filmde 15. yy'da Transilvanya'da yaşayan yaşayan Eflak prensi (bugünkü Macaristan ama Transilvanya Romanya topraklarındadır) III. Vladimir'in giderek büyüyen Osmanlı tehdidine karşı şeytani güçlerle anlaşma yaparak mücadele etmesi anlatılmaktadır. Türkler tarafından yetiştirilen ve II. Mehmet'in de şahsen tanıdığı III. Vlad yıllarca Osmanlıya vergisini düzenli ödemiş ancak Yeniçeri Ocağı için oğlunun da içinde bulunduğu 1000 erkek çocuğun istenilmesi üzerine ikilemde kalmıştır: Ya oğlunu ve halkını sultana verecektir veya Türkleri yenmek için bir canavardan destek alarak, ruhunu şeytana satacaktır... Broken Tooth dağında pazarlık yaptığı şeytan ona hiçbir insanoğlunda olmayan bir gücü bahşedecektir ama o günden sonra Vlad'ın insan kanına olan susuzluğu doymak bilmeyecektir... Hikaye zaten film başlamadan da tahmin edebileceğimiz gibi ilerliyor, o konuda bir sürpriz yok. Dracula, gerçek bir efsane olan Vlad the Impaler'ın (Kazıklı Voyvoda) hikayesine odaklanarak Drakula'nın ve vampir mitolojisinin köklerine iniyor ve tahmin edilmeyen bir sonla bitiyor. Biz tarihi gerçeklik olarak yakaladığı Türk asker ve esirleri kazığa geçirerek öldüren ve kanlarını bir fıçıda toplayıp içen Kazıklı Voyvoda'nın Osmanlı tarafından öldürüldüğü şeklinde öğrensek de bazı kaynaklar (yabancı kaynaklar) sır olduğu ve nasıl ve nerede öldüğünün bilinmediğinden söz etmektedir.
 
Filmin yönetmenliğini ilk yönetmenlik tecrübesine imza atan Gary Shore gerçekleştirirken, başrollerde Luke Evans (Üç silahşörler, Hobbit), Dominic Cooper (kendisini "Devil's Double"da çok beğenmiştim, ayrıca "Vampir Avcısı Abraham Lincoln", "İlk Yenilmez: Kaptan Amerika" ve "Düşes" vb. filmlerinde de rol almıştır)  ve Sarah Gadon (yeni bir yüz galiba) bulunuyor. Filmin senaryosu Matt Sazama ve Burk Sharpless tarafından yazılmış, kim bu beceriksizler derseniz, ikisinin de adının altını çizdim, izninizle.
 
Sebeplerine gelince:
  • Filme yapılacak eleştirim, "Osmanlı"ya neden hiç ülke adıyla seslenilmeyerek, yalnızca "Turks" deniliyor olması değil, ya da "Zalim Türkler" yakıştırması değil, veya kötülerle işbirliği yapılması, II. Mehmet Han'ın şeytanın ta kendisi olması, Türklerin acımasızlığı... vb hiçbirisi değil... Bunlar olur şeyler!
  • Öncelikle, fantastik kurgu yapmak, kendi yarattığın dünyada istediğin kadar sınırları zorlamak demektir. Dileğini kurgulayabilirsin, ancak iş fantastik filme tarihi gerçekleri ve isimleri sokmaya gelince, yapacağın şey "tarihi gerçeğin akışını bozmadan kurgu yapmaktır". Sonuçta bunu ben bile biliyorum.
  • II. Mehmet Han'ın adının geçtiği bir filmde, nasıl öldüğü, hangi yıllar arasında yaşadığı, o dönemde Osmanlı'nın ne durumda olduğu ve Osmanlı'nın Avrupa'da nereye kadar ilerliediği gibi bilgiler bilinerek hareket edilmeliydi. Tarihi gerçekleri yadsınarak kurgu yapılmaz, tarihi gerçeklerin çıtasında olaylar fantastik kurguyla açıklanabilir. Yapılan şuna benziyor: Şeytanla anlaşma yapan Hitler'in savaşta yenileceğini anlayınca sığınakta intihar etmesi değil de, Tanrı'nın dünyaya gönderdiği melek olan kahraman Rus askeri taarfından yakalanıp Moskova'da idam edildiğini anlatan bir film kadar saçmaydı bazı şeyler.
"Filmin kötü adamı bir Osmanlı sultanı olan II. Mehmet yani sinemada en son 1453 filminde karşımıza çıkan İstanbul’u İslam topraklarına katan Fatih Sultan Mehmet… Yapımcı ekibin ya da senaryoyu yazan Matt Sazama ile Burk Sharpless’in bizim sultana bir garezi olduğu kesin. Onu başarılı bir villain (film kötüsü) yapmanın da ötesine geçip yerin dibine batırmanın derdindeler. Öyle ki Dracula karakteri ile final savaşına çıkan Fatih’in sorduğu “gücün ne kadar ha, söyle!” alayına karşılık Drakula’dan sağlam bir kapak geliyor; “seni tarih kitaplarından atmaya yetecek kadar!”"

http://www.beyazperde.com/filmler/film-203440/elestiriler-beyazperde/

8 Ekim 2014 Çarşamba

Pek Yakında - 2014

Bu ülkede herkes Cem Yılmaz hayranıdır, sonuçta komedyenlik çıtasını çok yükselttiği yadsınamaz. Şimdiye kadar izlediğim filmlerini de oyunculuğunu da çok başarılı buldum. Ama işin doğrusu, bu filmi diğer komedi filmleri gibi etkilemedi beni; sebebinin filmin orta kısımlarında yer alan dram sahnelerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Filmde gençlik yıllarında filmlerde figüranlık yapmış olan ve hayatını korsan DVD'cilik yaparak kazanan Zafer'in (Cem Yılmaz) traji-komik hikayesi anlatılmaktadır. Kanunsuz işleri bırakması için kendisine rest çeken ve boşanma davası açan eşini (Tülin Özen) kaybetmemek için bu korsancılığa tövbe eden Zafer, eşinin oyunculuk yapmak istediğini öğrenince film yapımcılığına soyunur. Amacı o günlerden gelen sinemacı dostlarıyla yeniden bir ekip oluşturmak ve 1970’lerden beri çekilememiş fantastik bir proje olan “Şahikalar-Kötülüğün Sonu” adlı filmi çekmektir.  Bu film süreci, hem dramatim, hem komik hem eğlenceli hem de maceralı bir şekilde geçecektir. Bir Cem Yılmaz şovundaymışız gibi kahkaha attığımız şakalar da yok değil filmde ama genel anlamda hikayedeki dramatik yapı da ağır bastığından çok büyük bir kahkaha tufanı bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaktır. Bu da bir gerçek :) Yine de, Cem Yılmaz yapar da, kötü olur mu?
 
Yönetmenliğini Cem Yılmaz'ın kendisinin yaptığı filmde, Tülin Özen, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Ozan Güven, Çağlar Çorumlu, Cengiz Bozkurt, Zerrin Tekindor, Ayşen Gruda gibi oyuncular rol alıyor. Ayrıca bazı tanınmış kişiler de konuk oyuncu olarak birkaç sahnede yer almış (Yılmaz Erdoğan, Nurgül Yeşilçay, Sunay Akın vb). Filmin üç ana sponsoru var ve filmin bazı sahnelerinde bu sponsorların gözümüze sokulması gerçeği de mevcut. Ayrıca hep "hanımefendi" olarak tanıdığımız Zerrin Tekindor'un canlandırdığı karakter de hayret uyandırıcıydı :).
 
-Nereden mezunsunuz?
-Hayat Üniversitesi Beden Dili Edebiyatı mezunuyum. (bu espri ne zaman son bulacak?)

Eğlenceli bir filmdi, iyi seyirler!