27 Ekim 2017 Cuma

Sihirbazlar Çetesi - 2 (Now You See Me - 2) - 2016

Daha önce serinin ilk filmi hakkında kısa bir yazı yazmıştım, şimdi ikincisini de izledim. İkinci film de en az birincisi kadar heyecan uyandırıcıydı. Bu kadar başarılı oyuncular bir araya gelince, böyle güzel bir film ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor tabi. Hikayeye gelirsek, ilk filmin sonunda canlı yayında gözünüzün içine baka baka oynanan bir gösteri ile Robin Hood stili tüm paranın halka dağıtıldığı sahnenin üzerinden bir yıl geçmiştir. Daha önceden planlanan tarihte ve planlanan yerde dünyanın en hünerli illüzyonistleri olan Atlılar Çetesi bir araya gelecek ve yeni bir gösteri yapacaktır. Belirlenen tarihte halkın gösteri için meydanları doldurduğu alanda polis de çeteyi tutuklamak üzere beklemektedir. Kaçmanın kendileri seviyesindeki illüzyon ustaları için çocuk oyuncağı olduğunu göstermek isteyen çete üyelerinin ilk planları pek de umulduğu gibi ilerlemez, B planları bile umulduğu gibi gitmez. Egoları yüzünden mi her şey bu hale gelmiştir yoksa aslında yaşananların tümü çok daha büyük bir planın bir parçası mıdır? Çetenin itibarlarını yeniden kazanmak için çok daha büyük bir soygun yapmak zorunda mıdır? Bilim mi daha güçlüdür yoksa gözbağı mı? Bu tür filmlerde bazen bu ikilemleri çözmek zorunda değilsiniz, seyir zevkine kendinizi bırakın gitsin, size eğlenceli bir saat vadediyor.

Devam filminin yönetmenliğini Jon M. Chu yapıyor, oyuncuları ise ilk filmden de tanıdığımız kişiler: Mark Ruffalo, Lizzy Caplan, Morgan Freeman, Jesse Eisenberg ve Woody Harrelson. Bu kadar birbirine meydan okuyan oyuncuyu bir arada bulunca bu filmi izlemek de kaçırılmamalı diyorum kendi adıma. Film hiç düşmeden ilerleyen bir tempoya sahip olduğu için sürpriz bozmamak adına fazla da bahsetmek istemiyorum, iyi seyirler şimdiden!

"Seeing is believing, but is it truth? Depends on your point-of-view. Are you listening, horsemen? When you emerge, and you will, I will be there... waiting. Because mark my words, you will get what's coming to you... in ways you can't expect... but very much deserve. Because once thing I believe in is an eye for an eye."

Sihirbazlar Çetesi filmi hakkında (ilk film):
Tıklayınız

25 Ekim 2017 Çarşamba

Kayıp Zamanlar (Vanishing Time: a Boy Who Returned) - 2016

Özellikle Kore yapımı filmleri izlemiyorum ya da Uzak Doğu sinemasının yakın takipçisi değilim. Ancak bir şekilde karşıma çıkarsa da merak edip izliyorum. Kayıp Zamanlar, Güney Kore yapımı senaristliğini ve yönetmenliğini aynı kişinin yapmış olduğu bir film. Şimdiye kadar çok fazla Güney Kore filmi izlememiş olsam da, Okja filminde veya bu filmde dikkatimi çeken bir husus var: Koreliler duygularını uçlarda yaşamayı seviyorlar. Filmin konusuna gelirsek; film üzerinde yerleşim olan küçük bir adada  geçmektedir. Bir grup ergen çocuk (üç erkek bir de kız) yakınlarda bulunan bir maden ocağındaki patlamayı izlemek üzere gizlice yasak bölgeye girerler. Yasak bölgede ormanda ilerlerken bir ağaç kovuğunda suyun dibinde yeşil bir yumurta bulurlar. Duydukları bir hikayeye göre bu yumurta zamana hükmedebilen bir cine aittir ve kırılırsa kıran çocuklar yetişkin olana kadar zamanın ötesinde kalacaklardır. Bu arada Soo-rin tokasını ağaç kovuğunda unuttuğunu fark eder, onu almak için kovuğa girip çıktıktan sonra yumurtanın kırılmış ve tüm arkadaşlarının ortadan kaybolmuş olduklarını görür. Tüm şehir bir yaşananlar tam bir muammadır, üç çocuğun nereye kaybolduğunu bulabilmek adına tüm polis örgütü seferber olur ancak herhangi bir ize ulaşamazlar. Yetişkin bir adamın Soo-rin'e gelerek aklını karıştırması da tüm gözlerin bu adama çevrilmesine neden olur: Acaba çocukları bu adam mı kaçırmıştır?

Filmin yönetmeni Güney Koreli senaryo yazarı ve yönetmen olan Tae-hwa Eom (ben daha önce adını hiç duymamıştım), oyuncuları ise Dong-won Gang ve Eun-soo Shin. Fantastik hikayeleri gerçekten severim, ama senarist bu hikayeyi bir noktada fantastik olmaktan çıkarıp filmdeki polislerin "komplo teorisi"nden esinlenerek "pedofili" hikayesine çevirmiş olsaydı izleyiciye daha çok sürpriz olurdu diye düşünüyorum. Filmin mevcut senaryosunu da beğendim, yalnızca bazı sahnelerde olayları nasıl birbirine bağladı anlayamadım. Ama fantastik film olduğundan bazen de mantık aramamak gerekir :). Ben beğendim, umarım siz de seversiniz. İyi seyirler!

"When you are fully immersed in something, subjective time flows faster. Mihaly's 'Flow Theory'. It's good to feel time pass, you try it too. I wish I could live well here like you..."

12 Ekim 2017 Perşembe

Amerikan Sapığı (American Psycho) - 2000

"Amerikan Sapığı" modern dünyada son yıllarda "işlerin nasıl çığırından çıktığına" dair güzel bir film olmuş. Film 2000 yılında çekildiği, çok kişi tarafından izlendiği ve film hakkında bolca yazılıp çizildiği için benim yazım çok geç kalmış bir yazı olacak ancak ben filmi yeni izleyenlerdenim :). Zaten üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen, filmde anlatılan konunun hala aktüel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Başlamadan bir itirafta bulunmak da istiyorum, ben bu filmi yalnızca korku filmi sanıyordum ancak bu film bir "kara komedi - gerilim" filmiymiş, izleyince tüm düşüncelerim bir anda değişti, hatta Amerikan Sapığı 2 filmini de merak etmeye başladım. Filmin konusuna gelirsek; filmin ana kahramanı Patrick Bateman (Christian Bale) Wall Street'te bir finans şirketinde yöneticidir ve pek çok kişinin gıpta ettiği lüks bir hayatı vardır. Ancak hayatı tamamen "etiket"lerden oluşmaktadır: dairesi, vücudu, günlük hayatı, yemek yediği yerlere kadar. Hatta arkadaşlık ettiği çevreyi, nişanlısını bile kartvizitlerine göre seçer. Her şeyde en iyi en lüks olma isteği o kadar baskındır ki, kendi sahip olduğu "şey"lerden daha iyisine sahip birisini gördüğünde hissettiği haset duygusu yavaş yavaş kendisini insan olmaktan çıkarır. İçindeki en ilkel duyguların esiri olmaya başlayan Patrick gündüzleri herkes gibi yaşarken geceleri kendisinden daha aşağı gördüğü insanları öldürmeye başlar. İçindeki kara delik büyüdükçe daha çok cinayetler işlemeye başlayan Patrick için bir yerde işler kontrol edilemez boyuta ulaşır.

Filmin yönetmenliğini bir kadın yönetmen olan Mary Harron yapmaktadır; söylenenlere göre bu filmdeki baş karakterin kadınları öldürmesi nedeniyle feministler tarafından da çok eleştirilmiştir. Hatta filmi izleyenler seyirci kitleri bile filmi sevip sevmemek arasında kararsız kalmıştır. Bir grup tarafından kült bir film olarak adlandırılan Amerikan Sapığı bir grup tarafından kesinlikle sevilmemiştir. Ben aslında filmi sevdim ancak çok eksik buldum, bazı konuların yeterince iyi açıklanmadığını düşünüyorum. Bunun nedeninin Bret Easton Ellis'in kitabından uyarlanan bu filmin kitaptaki pek çok detayı göz ardı etmesidir diye tahmin ediyorum. Pek çok rahatsız edici ve kanlı sahneler içerse de, filmin "tüketim kültürü"nün bireyde yarattığı yabancılaşmayı ve bireyleri özgün olmaktan çıkarıp nasıl metalaştırdığını anlatmayı az da olsa başardığı kanaatindeyim.

"There is an idea of Patrick Bateman; some kind of abstraction. But there is no real me: only an entity, something illusory. And though I can hide my cold gaze, and you can shake my hand and feel flesh gripping yours and maybe you can even sense our lifestyles are probably comparable... I simply am not there."